“CUMHURBAŞKANIMIZIN TALİMATLARIYLA” GELİNEN YER, OHAL’İN AMACI VE SİYASET ZAMANI

<strong>“CUMHURBAŞKANIMIZIN TALİMATLARIYLA” GELİNEN YER, OHAL’İN AMACI VE SİYASET ZAMANI</strong>

HAKKI YÜKSELEN

Depremler yeraltında meydana gelir, ama felâketler yeryüzünde yaşanır. Bu doğrudan-kendiliğinden bir ilişki değildir. İnsan eliyle şekillenir. Sözünü ettiğimiz gerçek, felâketlerin yaşandığı alanları, çoğu zaman, çeşitli “parmak izleri” ve “cinayet kanıtlarıyla” dolu birer suç mahalline dönüştürür. Çünkü bir doğa olayını toplumsal bir felâkete çeviren, çeşitli alanlardaki insan faaliyetleridir. Burada sözünü ettiğimiz, insan eliyle ve belirli ekonomik- siyasal çıkarlara, amaçlara, tercih ve niyetlere uygun olarak inşa edilmiş toplumsal düzenlerdir. Kısacası sorun geçmişi, bugünü ve yarınıyla siyasal ve toplumsal anlamda bir düzen, bir REJİM sorunudur. Buradan yola çıkarak depremlerin değil, ama yol açtıkları bu felâketlerin engellenebilir olduklarını söyleyebiliriz.

Ancak tepemizdeki rejim bırakın bir felâketi önlemeyi, politika, uygulama ve “arpalık” dağıtma usulüyle oluşturulmuş kadrolarıyla, daha önce orman yangınları, sel baskınları, pandemi vb. pek çok örnekte olduğu gibi hemen her şeyi bir felâkete dönüştürme “yeteneğine” sahiptir. Otokratik Saray rejiminin “kader planı” veya “takdiri ilahi” vb. hikâyelerle üstünü örtmeye çalıştığı gerçek budur.

1999 Körfez Depremi eski rejimin çöküşüne kapı aralamıştı. Çok daha geniş bir bölgeyi çok daha ağır biçimde etkileyen 2023 Pazarcık-Elbistan depremleri de bu rejimi bitirecektir. Rejim temsilcileri bu gerçeğin farkındadırlar ve giderek artan hırçınlık, tehdit ve saldırganlıklarının nedeni budur. Bu rejim, yönetme yeteneğini tamamen kaybetmiş ve gerçek anlamıyla iflas etmiştir. Hangi “ilahi” masalları anlatırlarsa anlatsınlar, yaşanan felâketin başlıca sorumlularının kendileri olduğu gerçeğini saklamaları artık mümkün değildir. İnşaata ve arazi yağmasına dayalı bir rant ekonomisinin o inşaatların yıkıntıları altında kaldığı açıkça ortadadır. Deprem bölgesinde sözde deprem yönetmeliğine göre inşa edildiği söylenen yepyeni binalar, un ufak olarak bu çürümüş rejimin üzerine çökmüştür.   Yine aynı bölgede çöken, yırtılan, yarılan yollara ve kullanılamaz hale gelen uçak pistlerine, yıkılan hastanelere bakıldığında, yandaşlarının “Öyle ama duble yol, köprü, hastane, havaalanı yaptılar” vb. gerekçelerinin hiçbir geçerliliği olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Muktedirlerin rant ve kaynak aktarımına ve pay-komisyon tahsiline dayalı, hazine garantili devasa “eserlerinin” bir anda birer enkaza dönmesi rejimin gerçek niteliğini ortaya koymaktadır.

OHAL’in Gerçek Yüzü

Bedeli daha sonra mutlak surette emekçilere ödetilecek olan seçim rüşvetlerinin dışında, bu müflis rejimin ayakta kalabilmek için şu veya bu biçimde zor kullanmaktan başka bir çaresi kalmamıştır. Diğer pek çok işaretle birlikte, afet bölgesindeki on ilde “yağmayı önleme” de dahil zorlama gerekçelerle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesi bunu göstermektedir. Bu felâketin ekonomik, siyasi ve toplumsal planda kaçınılmaz sonuçları ve ağır bir bedeli olacaktır.  Eldeki yeterli afet yasalarına ve cumhurbaşkanlığı yetkilerine rağmen OHAL ilan edilmesi, öncelikle seçim süreciyle ilgilidir. Seçimlerden önce uygulamaya koyduğu baskı ve yasaklarla birlikte sonuçları etkileyebilecek sınır ötesi bir askerî harekât imkânı bulamayan rejim bu “açığı” deprem gerekçesiyle ilan ettiği OHAL ile kapatma niyetindedir. OHAL’in sağlayacağı baskı ve zorbalık imkânlarının çeşitli gerekçelerle Türkiye’nin geri kalanına da yayılması, yansıtılması, çok daha geniş bir alanda kullanılması bu rejimin doğası gereğidir. Felâket bölgesinde yaşananların ve devletin deprem sonrası en kritik anlarda gösterdiği başarısızlığın, seçim sürecinde ülkenin her yerinde toplumsal tepkileri ve seçmen eğilimlerini etkilemesi kaçınılmazdır. Bunun farkında olan rejim, bu etkinin daha da büyümemesi için, felâket bölgesinin, yani gerçekte kendi “parmak izleriyle” dolu “suç mahallinin” izole edilmesinin, bölgedeki her türlü protesto eyleminin, şikâyetin, iletişimin ve siyasi ve/veya yardım amaçlı her türlü muhalif faaliyetin, inisiyatifin engellenmesinin peşindedir. Bu şekilde bölge, tamamen kontrol altına alınmış kapalı bir “güvenlik alanı” haline getirilebilecektir. Türkiye’nin her yerinden felâketzedelere yardım için koşup gelen, kendi inisiyatifleriyle harekete geçen insanların resmi/gayrı resmî rejim unsurlarınca giderek daha fazla engellenmeye, tehdit edilmeye ve bölgeden uzaklaştırılmaya çalışılması OHAL’in önümüzdeki günlerdeki muhtemel uygulamaları hakkında fikir vermektedir.

Yaşanan büyük felâket, “Nerede bu devlet!” sorusu eşliğinde, kibirli muktedirlerin “güçlü devlet” iddialarının kofluğunu iyice açığa çıkarmıştır. Bu devletin gücünün sınır ötesi askeri faaliyetler dışında, ancak kendi halkını sindirmeye yettiği bir kez daha görülmüştür. Aynı 1999 Depremi’nde olduğu gibi bu depremin de en önemli derslerinden biri halkların yardımına yine halkların, emekçilerin yardımına yine emekçilerin koşabileceğidir. Devletin, rejimin ve enkaz tepelerinde slogan atıp ona buna hakaret eden rejim destekçilerinin üzerini örtmeye çalıştığı gerçek budur.

Türkiye’nin “Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” geldiği yer burasıdır. Gerçi sorun yeni değildir, ancak bu rejim altında çok daha ağır ve ölümcül bir nitelik kazanmıştır.

OHAL’in deprem bölgesinin “yaralarının sarılmasıyla” ve “halkın güvenliğinin sağlanmasıyla” bir ilgisi yoktur. Amaç tamamen siyasi olup çürüyen bir rejimin zor yoluyla ayakta tutulmasıyla ilgilidir. O nedenle “Şimdi siyaset zamanı değil” diyen ve yine “milli birlik ve beraberlik” hikâyelerinin ardına sığınmaya çalışan rejimin iddialarının aksine şimdi siyasetin, hem de devrimci siyasetin tam zamanıdır…

Yazar Hakkında