DEPREMDEN SONRA -2

<strong>DEPREMDEN SONRA -2</strong>

DEVLET, REJİM VE HALKIN HAYATTA KALMA SORUNU…

HAKKI YÜKSELEN

Yeraltında meydana gelen ancak yeryüzünde insan eliyle korkunç bir felâkete dönüşen deprem, ortaya ağır bir “devlet sorunu” da çıkardı. Bir genellemeye giderek “Ne olacak işte burjuva devleti!” demek de mümkün. Neticede, “siyasi eşitlik” kisvesi altında “hepimize eşit uzaklıkta” olduğu iddiasıyla kapitalizmin yol açtığı toplumsal eşitsizliği gerekirse zor kullanarak sürdürmekle görevli siyasi bir yapıdan söz ediyoruz. Fakat bu da tek başına durumu açıklamaya yetmiyor.  Demokratik denetlenebilirlikleri ve hesap sorulabilirlikleri ölçüsünde, bütün temel toplumsal ve siyasi arızalarına rağmen, benzer durumlarda farklı refleksler, performanslar gösterebilen burjuva devletler de var.

“Bizimki” , sınıfsal karakteri ve öncelikleri itibariyle her ne kadar sermayenin çıkarlarını ve önceliklerini esas alan bir devlet olsa da, sadece bu nedenle, böylesine bir felâket karşısında bu derece hazırlıksız, başarısız ve halkının acılarına bu denli duyarsız olmak zorunda değildi! Sorun, bir burjuva devlete ilişkin haklı ve olumsuz genellemelerin ötesinde bu devletlerin nasıl yönetildikleriyle, yani rejimleriyle de ilgili.  

Birtakım sarsılmaz ilkeleri, “demirden” kuralları, kıskançlıkla muhafaza edilen “kutsal emanetleri”, kendine has çıkarları, dirençleri ve sırları olsa da neticede devletin pratik işleyişini belirleyen ve belirli koşullarda onu yeniden şekillendiren siyasi iktidarlardır. Rejimi ve üzerinde var olduğu toplumsal güç dengeleri itibariyle emekçi halkın örgütlü siyasi baskı ve denetiminden, hatta bunun da ötesinde her türlü kurumsal, siyasi denetimden azade, yani tamamen denetlenemez hale gelmiş bir devletin, sosyal politikalar ve kamu hizmetleri alanında halkın hayati sorunlarını esas alması mümkün değildir.   

Devletin Meşruiyeti…

Hangi siyasi biçim altında olursa olsun her devlet,  kendi varlığının devamı ve temsil ettiği egemen sınıfların çıkarları gereği de olsa üzerinde yükseldiği (veya üzerine bastığı!)  toplumun en azından “fiziksel sürekliliğini” sağlamak, yani halkını “hayatta tutmak” zorundadır. Bu aynı zamanda kendi meşruiyetinin de asgari koşuludur. Bu asgari koşulu yerine getirmeyen devletler ve iktidarlar, kendilerini hangi “kutsallık” perdesinin ardına saklarlarsa saklasınlar meşruiyetlerini kaybederler.

Bir doğa olayının korkunç bir felâkete dönüşmesinin öncesi ve sonrasıyla birinci dereceden sorumlusu olan Saray rejimi de böyle bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıyadır. Toplumun gerçek dertlerine iyice yabancılaşan bu rejim, halkın bırakın refahını, artık “hayatta kalma hakkını” bile sağlamaktan uzaktır. Burada sorun, son derece acil ve pratik durumlarda, örneğin büyük bir deprem, yangın veya selde ortaya çıkan aksaklık, eksiklik, beceriksizliklerle sınırlı değil. Sorunun asıl kaynağı rejimin toplumu ve onun varlığını doğrudan ilgilendiren bütün konulardaki bilinçli tercihleridir.

Rejimin Tercihleri ve Krizin Kâbusa Dönüşmesi

Rejimin tercihleri bellidir. Burada söz konusu olan, genel olarak mali sermayenin çıkarlarına uygun olsa da özel olarak iktidarın etrafında kümelenen büyük müteahhitlere kaynak ve rant aktarımına dayalı, bütün memleket sathını “betonlaştırmayı” hedefleyen ekonomi politikalarıdır.  Bilimsel ve teknik her türlü denetimden muaf, böyle bir denetimi “vesayet” olarak gören, milyonlarca insanın yaşadığı şehirleri birer ölüm tuzağına dönüştüren imar politikalarının nedeni budur.  Böyle bir anlayışın “kamu yararı” ve “sosyal sorumluluk” gibi dertlerinin olamayacağı açıktır.

Bu ekonomi politikalarının temelini oluşturan,   eski rejimden devralınan, ancak İslami usullerle “yaratıcı” bir biçimde geliştirilen neoliberal sermaye birikim modelidir. Bu model, epeydir krizdedir.  Kriz elbette Türkiye ile sınırlı değildir. Bu, 2007’den bu yana kapitalist dünya ekonomisini saran,  iniş ve çıkışlarla ilerleyen çok yönlü bir krizdir. Bu kriz “Türkiye Ekonomi Modeli”  adı altında bir “kâbusa” dönüşmüştür. Deprem felâketi insani, ekonomik ve toplumsal sonuçlarıyla, milyonlarca emekçiyi ezip yoksullaştıran bu krizi daha beter bir hale getirecektir. Felâket, rejimin, yaklaşan seçimlerin de etkisiyle kendi geleceğine ilişkin korku ve endişelerinin hızla büyüdüğü bir döneme denk gelmiş, bunları daha da büyütmüştür.  

Gidişatın farkında olan rejim, kendi “beka endişesi” nedeniyle giderek daha fazla tehdit ve kaba güce yönelme eğilimindedir. Gerçekte her bakımdan miadını dolduran bu rejimin varlığını sürdürmesi,  nefes almanın dahi güçleşeceği, bugünkünden çok daha daha  “toksik” bir ortama yol açacaktır. Otokratik rejimler, nihayetinde “zorunlu olarak” ağırlaşan kendi “beka sorunlarına” hapsolurlarken, yönettikleri devlet de giderek en çıplak haline, yani gittikçe daralan bir kesimin çıkarlarını korumakla görevli “silahlı adamlar topluluğuna” dönüşür. Bizde yaşanan da budur.

“Siz Kimsiniz Be…!”

Deprem felâketi, rejime ve devlete ilişkin pek çok “acı” gerçeği, bir kez daha açığa çıkardı. Her türlü örgütlü, kitlesel, demokratik denetimden azade bir devlet yönetiminin ne tür felâketlere yol açabileceğini, felâketleri nasıl büyütebileceğini ve halk için nasıl bir “hayatta kalma” sorununa dönüşebileceğini gördük. Ayrıca devletin büyük bir felâket karşısında dahi öncelikli tepkisinin halkını hayatta tutmaya yönelik bir atiklik değil, yardıma koşanları tehdit edip tartaklayarak, kendisine “şirk koşulmasını” önlemek olduğu anlaşıldı. Bu, halkın, emekçi kitlelerin bağımsız seferberliğinden ve hızla örgütlenen dayanışmasından ölesiye korkan bir yönetim anlayışının da açığa vurulmasıdır.   Bu açıdan, yeni rejimin “Siz kim oluyorsunuz,  yapılması gerekeni biz yaparız!” anlayışıyla eski “vesayetçi” rejimin “Bu memlekete komünizm gerekli ise onu da biz getiririz!” anlayışı arasında sorunun özüne ilişkin bir fark yoktur.  Anlaşılan o ki, gerçekten de  “Devlette süreklilik esastır!” Evet, kapitalist egemenliğin, yani emek sömürüsünün farklı siyasi biçimleri altında birbirine eklenen halkalardan oluşan ve emeğin esaretinin simgesi olan bir “zincirden” söz ediyoruz. Bu zincir kırılmalıdır…

Yazar Hakkında

Bir cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir