Bankacılık sistemindeki kriz ve yeni bir küresel durgunluk olasılığı

Bankacılık sistemindeki kriz ve yeni bir küresel durgunluk olasılığı

Enternasyonal’in sesi;

Eduardo Almeida Çeviri: Murat Yakın

Dünya, emperyalist ülkelerin bankacılık sistemindeki krizin gelişimini büyük bir endişeyle izliyor. ABD’de Silikon Vadisi Bankasının çöküşü ve birkaç gün sonra yine ABD’de Signature Bank’ın çöküşü ile alarm zilleri çalmaya başladı.

Kısa bir süre sonra, büyük bankaların milyarlarca dolarlık “korkaklığı” Birinci Cumhuriyet’in iflasını önledi. Bir süre sonra Avrupa’da Credite Suisse battı ve bir başka büyük İsviçre bankası olan SBP tarafından satın alınmak zorunda kaldı.

Bankacılık krizi nereye doğru gidiyor ve bu kriz bir bütün olarak dünya ekonomisinin evrimiyle ilgili olarak bize neyi işaret ediyor?

Kriz nasıl başladı?

Bu büyüklükteki banka iflasları küresel ekonomide bir uyarı oluşturdu. Silikon Vadisi, ABD’nin 16. büyük bankasıydı ve pek çok teknoloji girişiminin finansal üssüydü dahası karşı karşıya olunan şey, 2008 resesyonundan bu yana yaşanan en büyük banka iflasıydı.

Bu banka, müşterilerinin parasını uzun vadeli ABD Hazine tahvillerine yatırmak için çok düşük faiz oranlarıyla önceki ivmeden yararlanmıştı. Böylesi “girişimlerde” menkul kıymetler daha fazla getiri sağlar, ancak getiri kaybı nedeniyle hemen geri alınamaz. Gelin görün ki, yükselen ABD faiz oranları ekonomiyi bir bütün olarak etkiledi. Müşteriler paralarına ihtiyaç duyduklarında, bankanın bu talebi karşılayacak likiditesi olmadığı anlaşıldı, yani onlara geri ödeyecek paraları yoktu. Faiz oranlarındaki artış nedeniyle yeni krediler ancak daha yüksek faiz oranlarıyla verilebiliyordu. Bankaya hücum oldu ve banka iflas etti.

Credite Suisse’e gelince…  İsviçre’nin en büyük ikinci bankasıydı ve onunla birlikte İsviçre’nin kredibilitesinin büyük bir kısmı da yok oldu. Bu başarısızlıklar tüm bankacılık sistemini etkiledi. Financial Times’a göre, ABD, Avrupa ve Japonya’daki bankalar geçtiğimiz mart ayında 459 milyar ABD doları tutarında piyasa değeri kaybetti.

Emperyalist hükümetler hızla harekete geçerek krizin kontrolden çıkacak bir şekilde büyümesini önlemek için bankalara milyarlarca dolar kaynak aktardılar. Biden, Silikon Vadisi Bankasındaki 250.000 doların altındaki tüm mevduatları güvence kapsamına aldırdı ve ardından bu miktarın üzerindekileri de garanti altına aldı. İsviçre hükümeti Credite Suisse’e 54 milyar dolarlık acil kredi sağladı ve ardından bu bankanın SBP tarafından işletilmesinin arkasında durdu.

Hiç de normal değil

Takip eden günlerde durum görünüşte normale döndü. Borsalar yeniden yükselmeye başladı ve hükümet mesajları hayli güven vericiydi.

Ancak Deutsche Bank’ın hisseleri yüzde 14,5 değer kaybedince her şey yeniden patladı. Daha sonraki kısmi toparlanmaya rağmen, Almanya’nın en büyük bankasının sağlamlığına ilişkin algı etkilenmiş durumda.

Bankaların uygulama ve kaldıraç türlerindeki farklılıklar söz konusuysa da benzer bir süreç küresel bankacılık sisteminde de yaşanmaktadır. “Zayıf ABD bankaları iki yılı aşkın bir süredir mevduatlarını daha güçlü bankalara kaptırıyor. 10 Mart’ta SVB’nin çöküşünden bu yana 500 milyar dolardan fazla, Fed’in [ABD merkez bankası] faiz oranlarını yükseltmeye başlamasından bu yana ise 600 milyar dolar mevduat çekildi. Bu bir rekor” diye açıklıyor ekonomist Michael Roberts.

Emperyalist hükümetler, IMF ve finans kapitalin sözcülerine bakılırsa istikrar tümüyle güvence altında.  Bu gerçekçi bir teşhisten çok kendi kendine hizmet eden bir propagandaya benziyor. Gerçek şu ki kriz daha yeni başlamışa benziyor.

Döngüler: kapitalist ekonominin düşüş eğrisi

Olup bitenleri, sadece finansal sistemin açıklamaları üzerinden anlamak mümkün değil. Bu süreci emperyalist ekonominin bütünüyle ve 2007-2009 resesyonundan sonra açığa çıkan aşağıya yönlü eğriyle ilişkilendirmek daha uygun olur.

Kapitalist ekonomi döngüler halinde gelişir. Sekiz ila on yıl süren ve ortalama kar oranının evrimiyle belirginleşen kısa büyüme, patlama ve kriz döngüleri vardır. Kâr oranı yükseldiğinde yeni bir yatırım döngüsü başlar ve ekonomi büyür. Patlamadan sonra, karlar düştüğünde, yatırım azalır ve kriz başlar, ta ki karlardaki artış yeni bir büyüme dönemine olanak verene kadar.

Ayrıca, yeni teknolojiler, yeni pazarlar, savaşlar, sınıf mücadelesi yol açtığı gelişmeler gibi ekonomik ve ekonomi dışı olayların yarattığı veya etkilediği, birkaç kısa döngüyü kapsayan ekonominin daha uzun eğrileri de söz konusudur.

Yükselişten düşüşe

Ekonominin son yükseliş eğrisi, neo-liberal planlara, eski işçi devletlerinde -özellikle “dünyanın fabrikasına” dönüşen Çin’de- kapitalizmin restorasyonuna ve bilgisayarların üretim süreçlerine dahil edilmesine dayanan 20. yüzyılın 1980’li ve 1990’lı yıllarındaki sözde küreselleşme dönemiydi.

Mevcut düşüş eğrisi 2007-2009 resesyonu ile başladı. 2020’de Covid 19 salgınıyla aynı zamana denk gelen ve onunla şiddetlenen, ancak onunla sınırlı kalmayan bir başka büyük uluslararası durgunluk yaşandı.

Bu düşüşlerin bir karakteristik özelliği ise, emperyalist ekonominin anemik büyümesi ile biçimlenen kısa döngülerin varlığı.

Kapitalist ekonominin bu düşüş döneminde, Çin’in kapitalist büyümesi, dünya iş bölümündeki yerinin sorgulanmasını da beraberinde getirdi ve bu da Çin ile ABD arasında bir çatışmaya neden oldu.

Paraları savurmak

2008 ve 2020’deki uluslararası durgunlukların depresyona dönüşmesini önlemek için, Emperyalist hükümetlerin izlediği politik hat temelde, büyük şirketleri ve özellikle de bankaları kurtarmak için acımasız miktarlarda kamu parası enjekte etmekti. Tarihte hiçbir zaman büyük sermayeyi kurtarmak için bu kadar çok kamu parası harcanmamıştır.

İzlenen bu hattın, günümüz dünya ekonomisinin gelişimini şekillendiren iki önemli sonucu oldu; ilki hükümetlerin, şirketlerin ve bireylerin devasa borçluluk oranlarına ulaşmasıydı. Küresel borç 2007’de küresel GSYH’nin %278’i iken 2022’de GSYH’nin %349’u gibi rekor bir orana yükseldi. Bu da 300 trilyon dolarlık bir küresel borç yükü anlamına geliyor ki bu da dünyadaki her bir kişi için yaklaşık 37.500 dolar demek.

Devletlerin borçlanma oranları muazzam boyutlara erişip, küresel ortalama 2007’de %76 iken 2022’de %102’ye yükselecekti. Her zaman olduğu gibi, bu borçluluk, daha düşük ücretler ve işgücü ile kamu hizmetlerinin esnekleştirilmesi şeklinde işçilere yansıyacaktı. Nitekim bu politikaların sonucunda bugün Mısır, Zambiya, Türkiye gibi birçok yarı-sömürge ülke bir sosyal patlamanın eşiğine gelmiş durumdalar.

İkinci nokta, büyük krizlerde tipik olarak görülen düşük kar oranlarına sahip şirketlerin iflasıyla birlikte eski sermayenin yok oluşa terk edilmemesidir. İşletmelerin devasa kurtarma operasyonları ve emperyalist ülkelerdeki çok düşük faiz oranlarıyla, çok sayıda “zombi işletme” halen yapay olarak iflasın eşiğinde tutulmaktadır.

Emperyalist ülkelerdeki faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte bu durumun sürdürülebilirliği ise artık şüphe götürür hale gelmiştir.

Büyük burjuvazinin kar oranlarını eski haline getirme politikası

Burjuvazi, dünya ekonomisinin düşüş eğrisi bağlamında bile, yeni bir yükseliş evresini yeniden inşa etme uğraşında bugünlerde… Kuşkusuz bu konuda bir dizi zafer de elde etmiş gibi görünüyorlar.

Endüstri 4.0, yapay zekâ, 5G ağı ve elektrikli arabalar gibi teknolojik ilerlemelerin üretim sürecinin bir parçası haline getirildiği bir gerçek.

Dünya burjuvazisinin pandemiden yararlanarak işçilerin yaşam koşullarında bir gerileme dayatması da bir başka önemli gelişme. Ücretlerde düşüş ve iş ilişkilerinde yaygınlaşan güvencesizlik (taşeronlaşma ve uberleşme) ve işsizlikte keskin bir artış söz konusu. Burjuvazinin elinde büyük bir yedek sanayi ordusu var ve çalışan işçiler bile genellikle sefalet içinde yaşıyor.

Bu iki koşulun (teknolojideki ilerleme ve işçi ücretlerinin düşürülmesi), kalıcı sonuçlar yaratması, dünya ekonomisinde yeni bir yükseliş aşamasına ulaşma arayışındaki burjuvazinin kuşkusuz lehine olacaktır.

Engeller

Ancak burjuvazinin bu hedeflere ulaşmasının önünde iki unsur belirleyici engeller olmaya devam ediyor.

Bunlardan ilki, burjuvazinin yeni bir yükseliş aşaması için ihtiyaçlarının altında kalan ortalama kar oranıdır. Önde gelen sektörler süper karlar elde etse de bu oran ekonomiyi yeniden canlandırmak için bir bütün olarak emperyalist ekonominin ortalama hedeflerinin altında kalmaktadır.

İkincisi ise sınıf mücadelesinin gerçekliğidir. Burjuvazinin, bu yeni yükseliş aşamasına olanak tanıyan bir istikrarı garanti altına almak için işçilere yeni yenilgiler dayatması bir zorunluluk. Ve bu hedefe giden yolda hem emperyalist hem de yarı-sömürge ülkelerdeki burjuvazinin kendi içindeki büyük bölünmeler başta olmak üzere, bununla ilgili ciddi sorunları var. Biden’dan Trump’a, Macron’dan Le Pen’e, Lula ve Bolsonaro, Petros ve Uribe, Boric ve Piñera vb. tüm örnekler bu sürecin açık birer kanıtı.

Bu eğilimlerin ve karşı eğilimlerin iç içe geçmiş sonuçları, küresel ekonominin ve sınıf mücadelesinin mevcut istikrarsızlığında kendini açık bir biçimde gösteriyor. Macron’un emeklilik reformunu dayatmasının ardından Fransa’da yaşanan mevcut kriz ve Latin Amerika’da tekrar eden siyasi krizler bu gerçekliğin ifadelerinden başka bir şey değil.

Aşağı yönlü eğrideki durum

Söylediğimiz gibi, aşağı yönlü eğrinin kısa döngülerinde ekonomik büyüme dönemleri anemiktir. Ancak 2022’nin son çeyreğinde emperyalist ülkelerde önemli bir yavaşlama yaşandı.

ABD’de GSYİH, 2021’in son çeyreğindeki %5,4’e kıyasla sadece %0,7 oranında büyüdü. Almanya’da %-0,4, İtalya’da %-0,1, İngiltere’de %0,1 ve Fransa’da %0,1 olmak üzere Avro Bölgesi’nde %0 kaydedildi.

Bu gelişmenin arkasında şüphesiz büyük emperyalist şirketlerin kar oranlarının düşmesi yatıyor. Michael Roberts’a göre, ABD’de kar oranı 2022’nin üçüncü çeyreğinden bu yana düşmekte.

ABD’nin beş büyük teknoloji şirketi olan “Big Techs “in (Apple, Microsoft, Alphabet, Meta, Amazon) kar oranlarında düşüş var ve söz konusu bu beş şirket yoğun ölçekte işçi çıkarmaktalar. Yükseliş dönemlerinde süper karlar elde eden en üst sektörün, karlarında ciddi bir düşüş gözlemleniyor.

Bu durum dünya ekonomisinde yeni bir durgunluk olasılığına işaret ediyor.

Kriz patlıyor. Emperyalist merkez bankaları faiz oranlarını yükseltiyor.

Şimdi dünya mali krizinin analizine geçebiliriz. Emperyalizm bugün dünyanın tüm ülkelerinde devasa finansal balonlara yol açmış durumda ve yığınların sırtında acımasız bir asalak konumunda.

Devasa hayali sermaye dağları (doğrudan üretimden kaynaklanmayan) işçilerden elde edilen artı değeri emmekte ve bu birikimi bir avuç emperyalist finans fonunun avuçlarına aktarmakta. Bu sistem, sermayenin yükseliş dönemlerinde karları artıran devasa finans piramitleri üzerinden işleyen bir sistem.

Ancak ekonominin tabanında kar oranı düşme eğilimine girdiğinde, kayıpları da büyüten ve mevcut krizleri derinleştiren bir mali kriz aniden tetiklenebilir. Yeni bir küresel durgunluğun gerçekleşmesi halinde ufukta beliren olasılık tam olarak budur.

Dünyadaki son durgunluğun ve özellikle Ukrayna’daki savaşın patlak vermesinin ardından, emperyalist ülkelerde sürekli bir enflasyon baş gösterdi.

Bu durum emperyalist hükümetlerin politikalarında büyük bir değişikliğe yol açtı. O zamana dek merkez bankaları durgunlukların etkileriyle mücadele etmek için negatif faiz oranı (enflasyonun altında) uyguluyordu. 2022’den itibaren enflasyonla başa çıkmak için burjuva iktisadının klasik reçetesini, yani faiz oranını arttırma silahını kullanmaya yöneldiler.

ABD’de 2022’de %0,25 olan faiz oranı bugün %5’e yükselmiştir. Avrupa Merkez Bankası 2022’de -%0,5 olan faiz oranını bugün %3’e yükseltti.

Yükselen faiz oranları ve düşen kar oranlarının iç içe geçişi mevcut bankacılık krizinin tetikleyicisi oldu. İlk başarısızlığın teknoloji şirketleriyle yakından bağlantılı orta ölçekli bir ABD bankası olan Silikon Vadisi’nde yaşanması hayli sembolik.

Perspektifler neler?

Büyük bankaları kurtarmak için milyarlarca kamu doları aktaran hükümetlerin tutumu, aslında emperyalist dünya politikasında bir sürekliliği ifade ediyor. Ancak, faiz oranlarındaki artış ile mevcut bankacılık krizi arasında büyük bir çelişki söz konusu. Federal Reserve (ABD Merkez Bankası) ve Avrupa Merkez Bankası, bankacılık krizinin ortasında bile bu mart ayında faiz oranlarını artırma eğilimini sürdürdü. Yeni iflaslar gündeme geldiğinde bile bu şekilde devam edebilecekler mi?

Faiz artışları tersine çevrilse bile bankacılık krizinin önünün alınacağının bir garantisi yok. Ekonominin temelinde yatan bir sorun var, o da büyük şirketlerin kar oranlarındaki düşüş. Finansal piramitler sarsılmakta.

Kâr oranındaki düşüş ufukta yeni bir durgunluk ihtimaline işaret ediyor. Bu, yaşanırsa 2007-2009 ve 2020’den sonra üçüncü küresel durgunluk olacaktır. Ancak bu henüz bir olasılık, bir kesinlik değil.

En olası eğilim, uluslararası bir durgunluk olmasa bile çelişkilerin derinleşeceği yönünde. Yarı-sömürge ülkelerin hükümetlerinde mevcut borçluluğun yarattığı krizler zaten apaçık ortada. Bu faiz oranlarıyla hangi ülkeler patlama yaşayacak? Sınıf mücadelesinin seyri içinde Fransa’da yaşananlara benzer olayların sonuçları ne olacak?

Yazının başında da söylediğimiz gibi, kriz daha yeni başlamış gibi görünüyor.

Yazar Hakkında