Venezuela: sosyal yardım mı, sosyalizm mi?

Venezuela: sosyal yardım mı, sosyalizm mi?

Bugünkü dünya durumunu yansıtan önemli gelişmelerden biri Venezuela’da yaşanıyor. Meşrebimize göre farklı açılardan bakabiliriz. Mesela “ulusalcı bakış açısına göre bu ülke Chavez’in iktidara geldiği günden bu yana simgesel bir öneme sahip. Bu yaklaşım bir kısım sosyalist solu da etkilemiş durumda. Buna göre Venezuela hem ABD emperyalizmine karşı direnen bir kale, hem de Chavez’in “21. Yüzyıl Sosyalizmi” adını verdiği bir sosyalizm inşa deneyiminin laboratuvarı. Elbette sosyalist sol içinde böyle bir deneyime ihtiyatla yaklaşanlar, bunun da ötesinde bu rejimin, sol bir burjuva rejiminden başka bir şey olmadığı ve bu deneyimin bir proletarya sosyalizmiyle sonuçlanmayacağını söyleyenler vardı…

ABD emperyalizminin boylu boyunca devrede olması nedeniyle sorun henüz sadece “antiemperyalizm” boyutuyla ele alınıyor. Bu “tek boyutlu” yaklaşım, konunun asıl “sosyalizme” ilişkin (sosyo-ekonomik) yönünü görmezden geldiği gibi, küçük burjuva-milliyetçi-ulusalcı bakış açısına sahip olduğu ölçüde emperyalizm sorunu konusunda da ciddi yanılgılar taşıyor.

Neoliberal-küreselleşmeciliğin saldırısı altındaki bir dünyada Venezula’daki Chavez’ci “sosyalizm” deneyiminin gerek başlangıcı, gerek devamı ve gerekse sonu açısından bütün dikkatleri üzerinde toplamaması mümkün değildi. Son otuz yılın dünya koşulları düşünüldüğünde emperyalizmin egemenliğine karşı çıkan, direnen geniş kesimler açısından Venezuela’nın bir umuda dönüşmesi elbette kaçınılmazdı. Ancak her umudun, bir hayal kırıklığına veya yıkıma dönüşmemesi için sağlam temellere oturtulması şarttır. Şu veya bu biçimde solda yer alan geniş bir kesimin böyle bir çabası olmadı. Ulusalcılar için Chavez tipi sol Bonapartist bir rejim zaten bir rüyanın gerçekleşmesi anlamına geliyordu! (Aynı, Baas rejimleri gibi). Daha soldakilerin önemli bir bölümü için ise bu rejim, eski sosyalizm deneyiminin çökmesinin ardından gelen ve emperyalizmin neredeyse mutlak hâkimiyeti altında şekillenen yeni dönemde, daha ötesi için umutlu bir başlangıç olabilirdi. İki tarafın umutlarını birleştiren unsur ise emperyalizm ve bağımsızlık vb.sorunlara bakış açılarındaki ortak noktalardı.

Bir petro-sosyalizm deneyimi…

Böylece hiç de sağlam olmayan temeller üzerinde bir gelecek umudu inşa edilmeye başlandı. Oysa büyük bir iyi niyetle ve sosyalizm adına uyaranlar da vardı. Sonunda buraya gelindi..

Venezuela’da yaşanan esas olarak, yakın tarihte “azgelişmişler” (geri kapitalizm) dünyasında görülen ve sonu hüsranla biten pek çok “sosyalizm” örneğinden biriydi. Sömürgecilik sonrası dönemde çok sayıda Arap ve Afrika ülkesinde bu tür “sosyalizmler yaşanmıştı. (Bak: Arap Sosyalizmi, Afrika Sosyalizmi) Bunlar genellikle küçük burjuva radikal-sosyalist rejimler altında yaşanan devlet kapitalizmi deneyimleriydi. Ülkelerin geçmişlerine bakıldığında çoğu düşük-orta rütbeli subaylar (ordu) önderliğinde iktidarı ele geçiren, sömürgecilik ve bu anlamda emperyalizm karşıtı, bağımsızlıkçı-kalkınmacı-halkçı-laik kadroların Bonapartizmi o dönem için yaygın bir umudu temsil ediyordu. Bu rejimlerin Batı karşıtlığı (eski sömürgeci efendiler) dönemin bürokratik işçi devletlerinin de yakın ilgi ve desteğine yol açmaktaydı. Öyle ki bu rejimlerin anti komünist ve “proletarya sosyalizmine” düşman tutumlarına ve zaman zaman komünistlere karşı giriştikleri baskı ve tutuklamalara rağmen, komünistler bu rejimleri desteklemeye zorlanmaktaydı. Bu politika pek çok ülkede komünist hareketlerin fiilen tasfiyesine yol açmıştı. Benzer şekilde pek çok Afrika ülkesinde, bazıları daha sivil biçimlerde olsa da bu tür rejimler kuruldu…

Venezuela rejimi, kendine has Latin Amerikan özellikleriyle birlikte bu tür rejimlerin pek çok ortak özelliğini taşıyan ve elbette onlardan daha gelişmiş bir kapitalizm üzerinde var olan bir rejim(di)dir. Ancak diğerlerinden çok önemli bir farkı vardır. Venezuela, dünyadaki sayılı büyük petrol ülkelerinden biridir ve söylendiğine göre dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahiptir. Chavez, daha önce giriştiği bir askeri darbenin başarısızlığa uğramasına rağmen 1999 seçimlerini kazanarak iktidara geldikten sonra ülkenin petrol gelirleriyle “halkçı” bir Bonapartist rejim inşasına girişmiştir. Daha sonra “21. Yüzyıl Sosyalizmi” adını alacak olan bu “petro-sosyalizm” deneyimi, hem sosyo-ekonomik temelleri, hem de kurucusunun ideolojik-sınıfsal yapısı nedeniyle, bütün iddialarına rağmen esas olarak sosyal yardımlaradayalı bir “sol popülizmin”ötesine geçemedi. Kabul etmek gerekir ki, Chavez, mesela bizdeki Erdoğan’dan farklı olarak, sosyal yardımları sadece seçimden seçime oy veren kitlelerinpasifbir halde kontrol altında tutulması yolunu değil, yoksul kitlelerin bu sosyal yardımlar ve kurumlar temelinde daha aktifbiçimde örgütlenmesi yolunu seçti. Hedef , “geçmiştekinden” farklı yeni türde bir “sosyalizmdi!” Ancak Ciddi kaynak aktarımlarına, sosyal hizmet ve yardımlara ve de bunlardan yararlanan yoksulların görece örgütlü katılımına dayalı bu yeni “sosyalizm” deneyiminin bir “milliyetçi küçük burjuva sosyalizmi”nin sınırlarını aşması mümkün değildi. Gerçek bir sosyalizm, yani “işçi sınıfı sosyalizmi” kapitalizmin toplumsal ve ekonomik temellerini yıkmadan kurulamaz. Bu, bütün kapitalistlerin birkaç gün içinde mülksüzleştirilmesi anlamına gelmese de ilk önce büyük üretim araçlarının, bankaların, dış ticaretin ve emperyalist sermayenin kamulaştırılması anlamına gelir. Bunlar yapılmadan hiçbir gerçek sosyalizm inşasına girişilemez.

Aynı biçimde, bu tedbirler alınmadan emperyalizmin ülke üzerindeki hâkimiyetine de son verilemez. Emperyalizm tek başına, devletlerarası bir ilişki ve tahakküm biçimi değil, esas olarak üretim ve sermaye ilişkileri yoluyla yayılan ve “bütünleşilen” bir olgudur. Kapitalist üretim tarzına son verilmeden emperyalizmin egemenliğine son verilemez. Emperyalist sermaye ile zorunlu bir ilişkinin varlığında, onun baskı ve sömürüsünü sınırlamak, devrim için tehlikeli bir güce dönüşmesini önlemek için, (Venezuela’da petrol endüstrisinde olduğu gibi) bazı mülkiyet sınırlamaları ve daha yüksek vergiler koymak yetmez. Asıl önlem üretim araçları üzerindeki kolektif mülkiyettir. Büyük üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet, bin bir yolla emperyalist dünya sistemi ile bağlantılar kuracaktır.

Sosyal yardım sosyalizmi!

Oysa Chavez, emperyalizme sıkı sıkıya bağlı kapitalist bir ülkede, sosyalizmini bunları yapmadan, “alternatif” bir takım sosyal ve ekonomik örgütlenmeler ve “antiemperyalist” laflar aracılığıyla kurmaya çalıştı. Kapitalist bir sosyo-ekonomik temelde, yine kapitalizme dayalı bir devletçilik (devlet kapitalizmi) yoluyla varılabilecek yer sosyalizm değil, yine kapitalizmdi! Üstelik bu temellerde, eski burjuvaziye bir de yeni düzenin eseri olan ve “Boliburjuvazi” adıyla anılan ve bizdekilere epeyce benzeyen, yeni rejim zenginleri eklenmişti. Her türlü yolsuzluk ve rüşvet işine bulaşan bu burjuvazinin temelini çeşitli devlet görevlileri ve onların yakınları oluşturuyordu. Egemen sınıf olarak burjuvazi, tasfiye edilmesi bir yana daha da “çeşitlenip” büyümüştü. Bu “sosyalizm” altında proletaryanın ve ezilen emekçi kesimlerin rolü, çeşitli “iflas” oyunlarıyla sermayelerini yurtdışına kaçıran kapitalistlerin, borçları ödenerek “el konulan” bazı fabrika ve işyerlerinde “işçi denetiminde” devlet-işçi ortaklıklarının kurulmasıydı. Var olan burjuva toplumsal temellerde, bu kısmi “işçi denetimi” ve “sosyalizm” denemeleri, rejimin dışarıdaki dost ve sempatizanlarının gözünde çok “hoş ve ümitvar” şeyler olsalar da, Venezuela’nın yoksul emekçileri için gerçek bir iktidar olanağı anlamına gelmiyordu. Sosyalist bir devlet, yani bir işçi devleti, bir işçi-emekçi cumhuriyeti “misyonlar” (sosyal yardım kuruluşları), kooperatifler ve bazı sahipsiz işyerlerinde uygulanan, kısmi işçi denetimi temelinde değil ancak kitle öz örgütlenmelerinin, bütün emekçileri kapsayan, onların katılım ve oylarıyla oluşturulan yönetim organları temelinde kurulabilir. Kapitalizmin ve emperyalizmin egemenliğindeki bir dünyada bunlar olmadan veya (en iyi niyetli biçimde düşünürsek) bunların kuruluşunu “zamana” bırakılarak kurulabilecek gerçek manada bir sosyalizm ihtimali yoktur. Sosyalizm “kaynak aktarımları” ve “sosyal yardımlarla” değil, işçi sınıfı iktidarıyla kurulabilir. (Böyle bir rejimde iktidardaki sınıfın “sosyal yardımlara” ihtiyacı yoktur.) Nitekim son birkaç yıldır Venezuela’da (pek çok örmekte olduğu gibi bir kez daha) kanıtlanan gerçek budur.

Kriz…

Venezula’daki kriz ABD yaptırımlarından önce başlamıştır. Emperyalizmin çeşitli baskıları, komploları, darbe teşebbüsleri bir gerçek olmakla birlikte, bu krizin asıl nedeni içeridedir. Bu rejim, bütün sosyalizm ve antiemperyalizm iddialarına rağmen, petrol fiyatlarının yüksek seyrettiği dönemlerde, bir Suudi Arabistan kadar bile tedbirli davranıp çok uzun yıllar boyunca büyük petrol gelirlerinin yok ettiği ekonomik çeşitliliği yeniden kurmak, en azından temel ihtiyaç maddelerinin (temel tüketim mallarının) yerli üretimini, ülkeler için hayati bir önem taşıyan “gıda güvencesini” ve “gıda egemenliğini” sağlamak, güçlü bir tarımsal altyapı oluşturmak yerine körfez emirliklerini andırır biçimde yüksek petrol gelirleri sayesinde hemen her şeyin ithalatına dayalı bir ekonomik yapıyı sürdürmüştür . Bu ekonomik ve sosyal yapı dünya piyasasında petrol fiyatlarının büyük oranda gerilemesiyle birlikte sürdürülemez hale geldiğinde ülke tam bir çöküşe yol açan ağır bir krize girmiştir. Venezuela rejimi, bu konuda, çok daha ağır yaptırımlarla karşı karşıya olan İran İslam rejiminin çok gerisinde olduğunu göstermiştir.

Bugünkü kıtlığın asıl nedenini, gerçekten etkili biçimde var olsalar da bir takım spekülatörlere-istifçilere bağlamak, bunu bir mazeret olarak öne sürmek gerçekten traji-komik bir durumdur. Bu açıklama, bizdeki soğan mevzuunda olduğu gibi, hiçbir sosyalizm iddiası olmayan RTE’ye yakışsa da “21. Yüzyıl Sosyalizmi” iddiasındaki Maduro ‘ya hiç yakışmamaktadır. İşin komik tarafı Türkiye solunda da bu izah tarzına katılanlar vardır. Sosyalist bir gazetede çıkan bir yazıda Venezuela’da yaşanan gıda ve ilaç kıtlığının piyasayı elinde tutan “üç ailenin” marifeti olduğunu okumuştuk. Her konuda “kılı kırk yaran” veya RTE’nin “soğan” konusu da dahil, pahalılıkla ilgili hiçbir açıklamasına itibar etmeyen bu arkadaşların, artık epeyce bir geçmişi olan “sosyalist” bir rejimde, hayati önemdeki gıda ve ilaç ihtiyacının temininin nasıl olup da hâlâ bu “üç ailenin” elinde olduğunu sormamalarına da epeyce şaşırmıştık! Demek ki Chavez’ci sosyalizmde, en dar zamanlarda gıda ve ilaç spekülatörlüğü yapabilecek güç ve imkânlara sahip birilerinin varlığına izin verilmiş!

Venezuela rejiminin suçları bunlarla sınırlı değil elbette. Rejim bütün “halkçılık” ve emekten yana olma” iddialarına karşın işçi sınıfının “Boliburjuvazi” dahil burjuvaziyle karşı karşıya kaldığı sınıf mücadelelerinde, pek çok defa burjuvalardan yana tavır almıştır. Bildiğimiz kadarıyla rejim bazı grevleri bastırabilmek için zor kullanmış, sendikacılara ve işçi önderlerine suikastlar da dahil saldırılar düzenlemiş, onları tutuklamış, denetiminde olmaya sendikalarda seçimleri engellemiştir. Bütün bunlar Venezuela’nın “21. Yüzyıl Sosyalizminin” bir işçi sınıfı sosyalizmi olmadığını göstermektedir; Arap-Afrika dünyasında yaşanan geçmiş örneklerde olduğu gibi…

Venezuela’daki sol Bonapartist rejimin sonu gelmiştir. Venezuela toplumu insanların en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldiği derin ve çok yönlü bir krizin etkisiyle çözülmektedir. Milyonlarca insan işsizlik ve açlığın etkisiyle ülkeyi terk ederek başka ülkelere sığınmıştır. Emperyalizmle işbirliği halindeki sağ ve faşist unsurlar iktidarı ele geçirmek üzere harekete geçmiştir. Rejim bu güçlere karşı koyabilmek için gerekli halk desteğini kısmen muhafaza ediyor olsa da bu desteğin giderek azaldığı ortadadır. Protesto eylemlerine katılanlar sadece rejimi devirmeye çalışan sağcı blokun taraftarları değildir. Maduro iktidarına karşı çıkan çok sayıda işçi, daha önce rejimi destekleyen yoksullar, sosyalist örgütler ve (sol) Chavez’ci muhalif gruplar vardır.

Maduro rejiminin hiçbir geleceği olmasa da Venezuela’ya yönelik emperyalist müdahalenin “demokrasi” ve “halkın çıkarları” ile hiçbir ilgisinin olmadığı çok açıktır. Bu rejimin yerine kurulabilecek başka bir burjuva rejiminin de “özgürlük-demokrasi” ve “halkın çıkarları” ile yakından uzaktan ilgisi olmayacaktır. Emperyalizmin ve burjuvazinin rejimi devirme yöntemleri pek çok yerde olduğu gibi bu ülkede de bir iç savaş tehlikesini doğurmaktadır. Böyle bir durum Venezuela emekçileri için bir felâket olacaktır. Bu felâketi ancak Venezuela işçi sınıfının kendi öz örgütlenmeleri ve önderlikleri aracılığıyla ortaya koyacağı bağımsız sınıf tavrı engelleyebilir. Krizin devrimci fırsatlar yaratması buna bağlıdır.

Sosyalizm: Petrol mü, işçi sınıfı mı?!

Devrimci sosyalistlerin görevi bizce öncelikli olarakbu emperyalist müdahaleye ve onun sonuçlarına karşı çıkmaktır. Bu, sosyalizmin adını bir kere daha kirleten ve hiçbir geleceği olmayan burjuva Maduro rejimine verilen bir destek değildir. Böyle bir desteğin bu çürümüş rejimle birlikte kaybetmekten başka bir sonucu olamaz. Maduro rejiminin ülkeyi, ülke emekçilerini savunacak güç ve itibarı kalmamıştır. Rejim, sınıf karakteri, politikaları ve sahte sosyalizmiyle burjuvazinin gücünü sürdürmesini sağlamış ve emperyalist müdahaleyi kolaylaştırmıştır. Bizim desteğimiz geleneksel burjuva gericiliğine ve emperyalist mali sermayeye karşı Venezuela işçi sınıfına ve emekçilerine verilen bir destektir. İktidarın işçi ve emekçilerin eline geçmesi Venezuela için tek kurtuluş yoludur.

Öncelikli görevimizin, emperyalizme ve onunla işbirliği halindeki sağcı bloka karşı mücadelede, en azından şimdilik Maduro rejimini desteklemek olduğunu geçtiğini söyleyenlere şu cevap verilmelidir: Böyle bir “destek” mümkündür; ancak iktidarın işçi emekçi öz örgütlenmelerine, fabrika ve işyeri komitelerine devredilmesi, işçi sınıfının emperyalizme ve Venezuela burjuvazisine karşı silahlandırılması, büyük üretim araçlarının ve bankaların işçi denetimi altında kamulaştırılması şartıyla…

Venezuela’nın emperyalizme mutlak anlamda bağlı sağcı burjuva güçlerin eline düşmemesi ancak bu şekilde sağlanabilir.

Gerçek bir sosyalizm, petrole ve sosyal yardımlara değilişçi sınıfının gücüne dayanarak ve işçi sınıfı eliyle kurulabilir.

Yazar Hakkında