ZAMAN DARALIRKEN-2

ZAMAN DARALIRKEN-2

Demokrasi, yeni bir anayasa, kurucu meclis, sınıfın yüreğine dokunmak…

“Demokrasi mücadeleleri” genel anlamda “burjuva demokratik” taleplerle başlasa da sonucu tayin edecek olan, o mücadeleye katılan toplumsal, siyasi ve sınıfsal güçlerin örgütlülükleri, programları ve gerçek kuvvetleridir. Mücadelenin sonucunda şayet bir “demokrasi” ortaya çıkacaksa bunun ne menem bir şey olacağını bu güçler arasındaki denge ve ilişkiler belirler. Kısacası güçlü olan, elbette doğru bir politik önderliğin varlığına da bağlı olarak, kazanır. Bugünün koşullarında, geçmişin “altın çağına” veya “eski mutlu günlere” dönmekten söz eden bir burjuva muhalefet fazlasıyla ağır basmaktadır. Bu muhalefet kuşkusuz, bir ölçüde demokrasi ve hukuk güvencesi koşuluyla burjuvazinin toplumsal iktidarının devamından yanadır. Büyük burjuvazi de Özal zamanından bu yana, bürokrasiyi azaltıp işleri hızlandıracağı gerekçesiyle açık veya örtülü bir biçimde savunduğu başkanlık sisteminin, bir noktadan sonra işleri ne kadar “ hızlandırabileceğini”, hatta haraç istemeye başlayıp özel mülkiyete el koyma noktasına varabileceğini gördükten sonra şimdilerde “güçlendirilmiş parlamentarizm” veya “yarı başkanlık” peşine düşmüş gibi görünmektedir. Amaç yine, işlerin kolaylaşmasıdır; tabii sadece kendileri için!

Bir ekonomik kriz ve siyasi rejim sorunuyla şekillenen böylesine bir dönüm noktasında, işçi sınıfının ekonomik-sosyal-siyasal hak ve özgürlükler açısından daha farklı bir demokrasi anlayışıyla harekete geçmesi büyük önem taşımaktadır.

Kurucu meclis çağrısı…

Yürürlükteki neo-Bonapartist rejime son verecek bir demokrasi talebini, var olan siyasi partilerin keyfine ve insafına emanet etmek, bu talebi “boşluğa” bırakmak anlamına gelecektir. “Tabiatın boşluk kabul etmediği” ve toplumsal alanda da her türlü boşluğun sonsuz bir yönetme tecrübesine sahip egemen sınıflarca doldurulacağı düşünüldüğünde sürecin “kendi haline bırakılması” durumunda kaybeden yine emekçiler olacaktır.

Yeni rejimin foyasının artık her yönüyle ortaya döküldüğü bugünlerde yeni bir anayasa fikrinin de giderek yaygınlaştığı görülüyor. Bu elbette, burjuva partilerinin kendi aralarındaki anlaşma ve uzlaşmalara, onların oluşturduğu güçsüz ve iradesiz parlamentonun ellerine bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Burjuvazi, gönlüne göre bir demokrasi için kendi siyasi güçleri eliyle, yani “el çabukluğuyla” ve çok büyük bir ihtimalle mevcut parlamento kanalıyla yeni bir anayasa çıkarmak isteyecektir. Buna karşı yapılması gereken, öncelikle bir “kurucu meclis” çağrısıdır. Bu kurucu meclis, hiçbir biçimde “parlamentoda grubu bulunan” partilerle sınırlı olmayan, tam tersine, başta toplumda çoğunluğu oluşturan kent ve kır emekçilerinin her düzeydeki sınıf örgütlenmeleri olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinin, Kürt halkının ve bütün ezilenlerin özgür, adil ve barajsız bir seçimle seçilmiş temsilcilerinin oluşturduğu gerçekten egemen bir siyasi organ olmalıdır. Demokratik bir anayasa hazırlamanın ilk koşulu budur. Kurucu meclisin hazırlayacağı bu anayasa, patronlar tarafından, işçi sınıfı düşmanlığı esas alınarak son derece detaylı bir biçimde hazırlanan gerici 12 Eylül anayasasından farklı olarak, emekçilerin bir daha geri vermemek üzere bütün güçleriyle mücadele edecekleri temel hak ve özgürlükleri içeren; çalışma, sendika, toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt yasalarında yer alan, emek karşıtı yasak ve kısıtlamaları, işçi sınıfının serbestçe örgütlenmesinin önündeki bütün engelleri kaldıran; emekçilerin çalışma haklarını, iş güvenliklerini güvence altına alan temel hükümleri içeren bir anayasa olmalıdır.

Sadece siyasi demokrasi mi?

Daha önceki çeşitli anayasa tartışmalarından hatırladığımız kadarıyla sermaye çevreleri ve onların politik temsilcilerinin gönlünde 1982 Anayasası gibi “detaylı ve uzun” olmayan, temel hükümleri içeren kısa ve öz bir anayasa yatmaktadır. Ancak bizim için sorun anayasanın kısalığı uzunluğu vb. değil, içeriğidir. Eğer bu içerik, çok genel ve hukuki ifadelerle kabul ettiği bir takım hak ve özgürlüklerin uygulanmasını gelecekte yapılacak bir takım yasalara, yani burjuvazinin ve siyasi temsilcilerinin insafına terk ediyorsa kesinlikle reddedilmelidir. Ayrıca kapitalist düzenin dayandığı “ekonomik alan-siyasi alan ayrımı” hesaba katıldığında, emekçilerin, eğer hayrını görmek istiyorlarsa, yeni bir anayasaya ilişkin taleplerinin “siyasi demokrasi” sınırlarını aşması, patronların kıskançlıkla korumaya çalıştıkları “ekonomik alanı” da olabildiğince zorlaması gerekmektedir. Bunlar, “demokratik bir anayasal düzende” emekçilerin daha “özgür ve demokratik” bir biçimde de olsa sömürülmelerinin bir ölçüde sınırlanmasını sağlayabilecek taleplerdir. Örneğin, işyeri yönetimlerinin işçi denetim organlarınca denetlenmesi için mücadele “ekonomik demokrasi” yönünde atılmış çok önemli bir adım olacaktır

Gerilik kader mi?

İşçi sınıfının halihazırdaki bilinç ve örgütlenme düzeyinin bırakın daha “ötesini” burjuva anlamda bir siyasi demokrasi talebi için bile çok geri olduğu ileri sürülebilirAncak bütün bu dezavantajlara rağmen, sınıf bilincinin “sıçramalı” bir karakteri olduğu unutulmamalıdır. Tarihsel deneyim bu geriliğin göreceli olduğunu, belirli koşullarda sınıf bilincinin o ana kadar hiç umulmayan bir hızla yükselebildiğini, emekçilerin sınıf mücadelelerinin hareketlendiği dönemlerde çok hızlı öğrendiklerini göstermiştir. Emekçileri burjuvazinin yapabileceğinden çok daha demokratik, ileri bir anayasa talep etme noktasına getirebilecek, her biri yaşanmış birer somut gerçeklik olarak “Tekel Direnişi”, “Metal Fırtına”, “Gezi” vb. kitlesel seferberliklerin (Bu defa belki daha birleşik ve genelleşmiş halleriyle) tekrarı hiç de imkânsız değildir. Zaten burada esas sözünü ettiğimiz şey, bizleri sonsuza kadar mutlu edecek türde bir kurucu meclis veya “rüyalarımızın anayasası” falan değil, emekçilerin ekonomik ve siyasi alanda hak ve özgürlükleri için örgütlü ve kitlesel mücadeleleridir. Ayrıca bu mücadelenin kurucu meclis ve demokratik anayasa ile sınırlı kalması gerektiğine veya böyle bir zorunlu aşama olduğuna dair tarihsel ve toplumsal bir kural da yoktur. Demokrasiyle ve elbette daha ötesiyle işçi sınıfının arasındaki asıl engel, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi ile mücadele azminin derecesidir; elbette gerçek manada bir devrimci siyasi önderliğe sahip olması şartıyla…

Bu noktada asıl sorun siyasi önderlik iddiasıyla işçi sınıfı ve emekçi halkın karşısına çıkacak olanların teorik, programatik, politik ve örgütsel hazırlık dereceleridir. İşçi sınıfı içinde kimi zaman belli belirsiz, kimi zaman maddi koşullara bağlı olarak daha belirgin biçimde bir “demokrasi isteği” doğabilecek olsa da, örneğin dört başı mamur bir kurucu meclis fikri ve yukarıda tanımladığımız türden bir anayasa fikri kendiliğinden ortaya çıkmayacaktır. Politik düzeyde bir sınıf bilincini sınıfa taşıyacak olanlar siyasi önderliklerdir

Geçiş talepleri: Sınıfın yüreğine dokunmak

Sıradan işçiler için “durduk yerde” hiçbir şey ifade etmeyen kurucu meclis talebinin işçi sınıfını etkileyebilmesi, onun “yüreğine dokunan”, yani işçi sınıfının çıkarlarını açıkça ifade eden bir dizi başka taleple birlikte; bir “eylem programı”nın parçası olarak öne sürülmesine bağlıdır. Bu kısa, ancak bütünlüklü bir program olmalı ve mutlaka bir “iktidar formülasyonu” içermelidir. Bu eylem programı aynı zamanda mücadele araçlarını da tanımlamalıdır. Bunlar işçi sınıfını mücadele içinde bağımsız ve örgütlü bir güç haline getirecek olan kitle seferberlik organları, kitle özörgütlenmeleridir. (komiteler, konseyler, meclisler, şuralar…) Bu bütünlük olmadan emeğin özgürleşmesi için gerekli gerçek bir demokrasi hedefini ve elbette iktidar sorununu günlük hayata taşımak mümkün olamayacaktır.

Devrimci Marksizmin mücadele ve program anlayışında demokratik bir talebin, acil ekonomik bir talep ve bir “geçiş talebi” ile birlikte bütünlüklü olarak öne sürülmesi büyük önem taşır. “Geçiş talepleri”, işçi sınıfının bugünkü bilinç ve örgütlenme düzeyinden yola çıkarak, mücadeleyi daha ileri bir bilinç ve örgütlenme düzeyine taşımayı; bugünün “acil talepleriyle” yarınki sosyalist devrim arasında “köprüler” kurmayı hedefleyen bir program anlayışının ürünüdür. Bu tür açık sınıfsal taleplerle bütünleştirilmeyen bir kurucu meclis fikri, gerçekleşmesi halinde, bazı renkli ve cezbedici yönlerine rağmen en iyi ihtimalle yavan bir burjuva demokrasisinden başka bir sonuç vermeyecek ve en kısa zamanda “eskiye” dönüşün “yeni” bir aracı haline gelecektir.

Bazı talepler…

Bir kurucu meclis talebine işçi sınıfının gözünde ve gönlünde anlam ve bütünlük kazandıracak taleplerin hangileri olduğuna gelince, bunlar sınıfın acil ve vazgeçilemez ihtiyaçları ile, bu ihtiyaçların karşılanmasına ilişkin çözüm önerileridir. Örneğin, giderek artan ve emekçiler için bir felâkete dönüşen işsizliğe karşı işten atılmaların yasaklanmasını, bütün emekçilerin çalışma haklarını kullanabilmeleri için, ücretlerde bir indirime gidilmeden çalışma saatlerinin kısaltılmasını ve çalışma saatlerinin daha çok işçi arasında paylaşılmasını öneririz. Düşük ücretlere ve ağır yoksullaşmaya karşı önerimiz patronlar, hükümet temsilcileri ve sarı sendikacılar tarafından değil esas olarak işçi sınıfının seçilmiş temsilcileri tarafından saptanan, insanca yaşamaya yetecek miktarda bir asgari ücrettir. Yine insanca yaşamaya uygun bir ücret temelinde, emekçilerin gelirlerinin enflasyon karşısında erimesini ve yaşam standartlarının sürekli gerilemesini önlemek için “eşel mobil” sisteminin uygulanmasını talep ederiz. Bunlara kamu kaynaklarının emek lehine kullanılmasına, sağlık ve eğitim hizmetlerine vb. pek çok alana ilişkin talepleri de ekleyebiliriz. Bize göre bu tür taleplerle bütünleştirilmeden ileri sürülen bir kurucu meclis talebi, işçi sınıfının yüreğine dokunan, onu doğrudan ilgilendiren bir talep olmayacaktır.

Nasıl bir hükümet; onlarınki mi, bizimki mi?

Yukarıda bir kurucu meclis hedefinin emekçiler açısından mutlaka bir “iktidar formülasyonunu”, yani bir “hükümet biçimini” içermesi gerektiğini vurgulamıştık. Bir kurucu meclisin oluşturulmasını kabul etmesi durumunda büyük sermayenin temel amacı, toplumda çok küçük azınlık olmasına rağmen, öncelikle kendi yararına işleyecek, kendi ekonomik ve toplumsal egemenliğini sürdürmesini sağlayacak bir siyasi düzenin, bir hükümet biçiminin tesisi olacaktır. Toplumda mutlak bir çoğunluğu oluşturan emekçilerin buna cevabı, kesinlikle kendi toplumsal çıkarlarını savunacak, ülkenin bu emekçi çoğunluk tarafından yönetilmesini sağlayacak bir “işçi-emekçi hükümeti” talebi olmalıdır. Emekçilerin kendi geleceklerini bir avuç azınlığa teslim etmelerinden, “Biz kendimizi yönetemiyoruz, alın siz yönetin!” demelerinden daha saçma bir şey olamaz! Yeni bir demokrasi ve anayasal düzen kurma iddiasıyla oluşturulacak bir kurucu meclisin, eskiye dönüşün aracı haline gelmemesinin işçi sınıfının duruma vaziyet etmesinden başka bir yolu yoktur.

Zaman daralırken…

Dünya çapındaki bir bunalımın etkisiyle ülkemizde daha da ağırlaşıp süreklilik kazanan ekonomik krizin, siyasi ve toplumsal etkileri de düşünüldüğünde, mücadele açısından zamanın hızla daraldığını söyleyebiliriz. Üstelik bütün bunlar son birkaç yıllık bir rejim değişikliği (gerçekte bir rejim krizi) koşullarında yaşanmaktadır. Bu kriz bir biçimde mutlaka çözülmek zorundadır. Burjuvazinin bütün çabası krizin, kesinlikle kendi yararına olacak “yapısal reformlar” ve bazı politik değişimler yoluyla çözülmesidir. Ancak koşulların ağırlığı, gidişatın içerdiği tehlikeler, Kürt savaşının alabileceği biçimler, uluslararası ilişkilerin geldiği nokta, bir (dizi) dış savaş tehlikesi, iktidarın başvurabileceği akıldışı yöntemler ve rejimin “iç savaşçı” karakteri, ortaya çok bilinmeyenli bir denklem, patlayıcı bir karışım çıkarmaktadır.

Bu nedenlerden dolayı, sosyalist hareketin, uzun zamandır süregelen güçsüzlüğüne rağmen, mücadele anlayışını “Bir gün mutlaka!” noktasından, “Ne yapmalı?” noktasına taşıması, iyi hesaplanmış devrimci sınıf mücadelesi yöntemleriyle, hem kendini, hem de işçi sınıfını örgütlemesi gerekmektedir. Her ne olursa olsun sınıf temeline ve sınıfın güç birliğine dayanmayan bir demokrasi mücadelesi, sonuçta burjuvazinin uygun gördüğü bir tür “demokrasiyi” kabullenmek anlamına gelecektir. Oysa bu ülkenin kronik “demokrasi sorunu” açısından, acılarla dolu bunca mücadelenin ardından her defasında o hazin ve kâbuslarla dolu başlangıç noktasına dönmemek için emeğin meta olmaktan çıktığı bir “işçi demokrasisine” ihtiyacımız vardır…

KG Yayın Kurulu