SURİYE’DE SİYASİ ÇÖZÜM VE BİZİMKİLER!

SURİYE’DE SİYASİ ÇÖZÜM VE BİZİMKİLER!

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Suriye’de siyasi çözüm olursa ordumuz ayrılacak, ancak rejim siyasi çözüme inanmıyor” demiş. Bildiğimiz kadarıyla bu ifade “Ordumuz öngörülebilir bir süre içinde (hatta mümkünse hiçbir zaman) Suriye topraklarından ayrılmayacak”  anlamına geliyor! Türkiye’yi yönetenlerin niyeti, RTE’nin de açıkça söylediği üzere, Suriye’nin kuzeyinde kendi denetimlerinde, demografik yapısı değiştirilmiş (sadece kendisi için)“güvenli bir bölge” oluşturmak. Böylece hem kalıcı bir Kürt ulusal özerkliğini engellemeyi, hem de Suriye’nin “yeni” rejiminin şekillenmesinde güçlü biçimde söz sahibi olmayı düşünüyorlar. 

Aslında bizimkilere kalsa oralardan hiçbir biçimde çıkmak istemezler, ancak hızla yaklaşan bir vadede durumu belirleyecek olanlar büyük güçler. Türkiye’nin o topraklardaki varlığı esas olarak ABD ve Rusya’ya bağlı. Rejim, bir birine bir ötekine yaklaşarak, ikisi arasında, neticede çok uzun bir süre sürdüremeyeceği tehlikeli bir denge oyununu oynamaya çalışıyor. 

Yeni –Bonapartist rejimimizin Suriye’deki Kürt ulusal oluşumuna karşı tutumunun sonuçları  çeşitli pazarlıklara bağlı. Emperyalizmin büyük güçlerinin neticede her zaman Kürtleri yöneten merkezi hükümetlerden yana tavır koydukları bilgisiyle rejim, özellikle ABD’yi Kürtleri kendisine teslim etmesi için zorluyor. Saray rejiminin Suriye’nin politik olarak yeniden şekillenmesi konusunda yapabileceği şey ise, kendi onaylamadığı gelişmeleri çeşitli provokasyonlarla engellemektir. Bunun Suriye içindeki en önemli aracı “Suriye Ulusal Ordusu, Ulusal Kurtuluş Cephesi vb…” adlarla örgütlediği, silahlandırdığı veya kontrol edebildiği İslamcı örgütler ve bölgeye yerleştirilecek mülteciler olacaktır. (RTE, bir milyon mültecinin yerleştirileceğini söylüyor.)

Peki, Türkiye inanıyor mu..!

Dışişleri Bakanı’nın, Suriye rejiminin siyasi bir çözüme inanmadığına ilişkin sözleri, koşullu bir gerçeği ifade ediyor. Ancak Türkiye rejiminin de gerçek ve Suriye halkı yararına bir siyasi çözüme inanmadığı bilinen bir husus. Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye’de kalması (yani “Osmanlı rüyasının” bir bölümü)  öncelikle siyasi çözümsüzlüğün devamına bağlı. Saray’ın “Suriye’de siyasi çözüm”den kastı, başta İhvancılar olmak üzere kendisiyle işbirliği halindeki İslamcı güçlerin (dolayısıyla kendisinin) ağırlıklı bir yer edineceği ve elbette Kürt halkının esamisinin okunmayacağı bir siyasi düzenin kurulması. İşin Kürtlerle ilgili bölümü haricinde böyle bir siyasi çözümün neredeyse imkânsız olması saray rejimine işi yokuşa sürecek “provokasyonlardan” başka bir yol bırakmıyor. Rejim (yani bizimki) aksi bir duruma ancak büyük güçlerin ağır baskısı altında, çaresizlikten veya belirli bir miktar rüşvet karşılığında razı olabilir. 

Uluslararası karşıdevrim cephesi ve siyasi çözüm!

Çoğu zaman Rusya kaynaklı olarak “siyasi çözüm” ve bu bağlamda “anayasa komisyonu” gibi laflar edilse de Suriye’de henüz bir masa kurulabilmiş değil. Suriye sorununun epeyce uzun bir süre boyunca, işe müdahil bütün güçlerce bir o yana bir bu yana çekiştirilip duracağı ortada. Herkes kendisi için en uygun koşulların oluşmasını bekliyor. Zaten böyle işlerde masa kurulmadan önce, o masadaki en iyi yeri kapabilmek amacıyla, bazen çatışmanın harlanmasına yol açabilen güç gösterilerine girişmek adettendir. Sonuç her ne olursa olsun, bugün soruna müdahil bütün güçlerin ortak niyet, hedef ve çıkarları Suriye’yi Suriye’nin emekçi halkına yâr etmemektir. 2011Arap devrimci dalgasının Suriye’deki devrimci etkilerini ortadan kaldırmak, Suriye halkının iktidardaki “hırsız-polis rejimi”nin zulmüne karşı devrimci kalkışmasının yolunu kesmek amacıyla birbirine zıtmış gibi görünen güçlerden oluşan bir “uluslararası karşıdevrim cephesi”nin yaptıkları bunun en büyük kanıtıdır.

Bu “cephenin” birbirleriyle çatışma halindeki unsurlarının bir bölümünün (Rusya, İran) amacı, elbette belirli düzeltmelerle, Esat’lı veya Esat’sız bir biçimde, gerici Baas rejiminin devamıydı. (Hâlâ da öyle) Karşı taraftakiler ise, en az mevcut iktidar kadar, hatta toplumsal cinsiyet vb. bazı konularda ondan çok daha gerici ve karşıdevrimci İslamcı güçlerin iktidarı ele geçirmesinin ve bu durumdan azami yarar sağlamanın derdindeydi. Ancak bu kesimin başını çeken ABD bir süre sonra, Irak deneyiminden çıkardığı derslerin etkisi ve güvenebileceği bir muhalefetin yokluğu nedeniyle, Esat’sız ancak temel devlet kurumlarının ayakta kaldığı bir Suriye’yi tercih etme noktasına geldi. Suriye’nin “geleceği” için “Suriye muhalefeti” üzerinde nüfuz mücadelesine giren diğer bölge gericilikleri (Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Türkiye) ise bir süre sonra birbirlerinin can düşmanları haline geldiler. Belirli bir bölgede Suriye’nin geleceğinde etkili olma çabasını sürdüren ABD’yi bir kenara koyacak olursak, karşı devrimci cephenin Arap kanadı, üstelik de bazı İslamcı güçleri “terörizmle” suçlayarak(!) konudan önemli ölçüde uzaklaştı. Bunlar İran etkisinin ortadan kalkması koşuluyla Esat’la anlaşmaya hazırlar. Geriye neredeyse bir tek Türkiye kalmış durumda. Gizli kapaklı görüşme söylentileri dolaşsa da Esat rejimini kendisi için adeta varlık yokluk sorunu haline getirmiş olan Saray rejimi, Kürt özerkliğinin yol açtığı öfke ve paniğin de etkisiyle Suriye’de siyasi bir çözümün önündeki en büyük engeldir. Bırakın, Suriyeli emekçilerin yararına işleyecek, özgürlük ve eşitliğe dayalı bir demokrasiyi, çürük çarık bir burjuva “demokrasisi” bile, eğer hastalıklı (İhvancı)hayallerine denk düşmüyorsa, Saray rejimi tarafından mümkün olabildiğince engellenmeye çalışılacaktır. Rejim, bu amaçla ABD, Rusya ve diğer bölge güçleri arasındaki rekabeti en tehlikeli biçimlerde kışkırtmaya ve kullanmaya hazırdır. Yani var olan koşullarda Suriye’de siyasi bir çözüme inanmayanların başında, orada bir biçimde kalıcı olmaya niyetlenen Türkiye’nin yeni-Bonapartistrejimi gelmektedir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında