‘Kadın’ Rolü

‘Kadın’ Rolü

Cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farkı temsil eder. Yaygın bilinenin aksine, insanların davranışlarını doğuştan getirdikleri cinsiyet özellikleri ve biyolojik farklar belirlemez.Toplumsal cinsiyet rolü ise kadın veya erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlam ve beklentilerden oluşan bir toplumsal yapılanmadır.

Doğduğumuz andan itibaren bu yapılanmadan etkileniriz.Toplumsal cinsiyet her iki cinsin de nasıl görüneceği, nasıl davranacağı, nasıl hissedeceği ile ilgili ağır dayatmalar ve yaptırımlar içerir. Askerlik ve savaşta öldürmeye zorlamak erkeklere karşı bir toplumsal cinsiyet şiddeti iken; edilgenlik ve onaylayıcı olmanın kadınlık işareti olarak görülmesi kadınlara karşı bir toplumsal cinsiyet şiddetidir. Geleneksel rolleri reddeden erkeğin “erkekliği”nin sorgulanması ve toplumca dışlanması ise beraberinde alkol-uyuşturucu madde kullanımı, şiddet, depresyon, geçimsizlik ve bir takım fiziksel rahatsızlıkları getirmektedir.

Aile, okul, iş ortamı, cinsiyete dayalı iş bölümü, cinsiyetçi dil “toplumsal cinsiyet eşitsizliği”nin oluşmasında ve sürmesinde rol oynar. Bu eşitsizlikten ise en fazla kadınlar ve +LGBTI bireyler etkilenir. Depresyon ve anksiyete gibi ruhsal hastalıkların kadınlarda erkeklerden iki kat fazla görülmesinin en temel nedenleri toplumsal cinsiyet eşitsizliği, onunla bağlantılı yoksulluk ve kadına yönelik şiddettir. Bir ülkede her gün en az bir kadın çoğunlukla aile üyesi olan bir erkek tarafından öldürülüyorsa, bu kadın cinayetidir. İki kadından birinin şiddete maruz kaldığı, 15-44 yaş arasındaki kadınların şiddet görme ya da tecavüze uğrama riskinin, kanser olma veya trafik kazası geçirme riskinden yüksek olduğu bilinmektedir. 

Fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, sosyal şiddet ve son zamanlarda literatüre eklenen dijital şiddet… Uygulama yöntemleri farklı olsa da, hedefleri tektir. 

Şiddeti önlemenin yolu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinigidermekten geçer. Bunun için kız çocuklarının okula gönderilmesinden (eğitim) kürtaj hakkına (sağlık), kadınların iş hayatına katılımından (ekonomik özerklik) yasal düzenlemelere (İstanbul Sözleşmesi), kadın (temelde insan) hakları ve toplumsal örgütlenmeye kadar mücadele verilmelidir.

• Suçluyu koruyup şiddeti normalleştirerek failleri ödüllendiren ataerkil sistem savunucuları

• Şiddeti haklı ve faili mazur gösteren, şiddet göreni haksız ya da azmettirici gören, ‘ama’lı cümleler kurarak suçu övenler

 • Kendilerinde dilediği zaman, dilediği yerde, dilediği kişiye, dilediğini yapabilme hakkı gören; vicdan, özeleştiri ve empati yeteneklerinden yoksun kişiler

• “Hastalık” bahanesi arkasına saklanarak suç işlediği gerçeğinden kaçanlar

Tepkimizi gösterdiğimiz, mücadelemize konu olan davranış türleridir.

Şiddetin her türlüsü önlenmeli, ortaya çıkar çıkmaz yok edilmelidir. Geçmişte ya da şimdi şiddete maruz kalan ya da tanık olanların psikolojik destek alması oldukça önemlidir. Şiddet öğrenilen bir davranıştır. Gören, yaşayan, şartlanan kişilerin şiddet eğilimli olması ihtimali çok daha yüksektir. Bu döngünün kırılması da ancak psikolojik destek ile mümkün olabilir.

Toplumsal cinsiyet rollerimizin dışına çıkmak kolay olmayacaktır, fakat yaşamın her alanında, cinsiyetlerden bağımsız eşitlik ve dayanışmanın sağlanması temel mücadele noktamızdır. Cinsiyet ayrımı yapmaksızın, her bireyin her türlü ayrımcılıktan ve şiddetten uzak yaşayabilmesi temel insan hakkıdır. En öncelikle yapılması gereken yasaların şiddeti önleyecek şekilde uygulanmasıdır. 

Mevcutta sadece cinsel suç madurları veya aile içi şiddeti konu alan yasaların genişletilmesi, İstanbul sözleşmesi’nitemel alarak tanım ve kapsamın yapılması, şiddetin “özel alan” içerisinde olması durumunda devletin “aileyi koruma”yı merkezine almak yerine “kadını koruma” eylemlerini alması, evlilik dışı şiddetin yasa kapsamına alınması konuları ise yasa yapıcılardan taleplerimizdir.

E. Bulut

Yazar Hakkında