ÜSTÜNE ÜSTÜNE SÜRMEK..!

ÜSTÜNE ÜSTÜNE SÜRMEK..!

Türkiye’yi yönetenlerin ABD ile Rusya arasındaki denge ve boşlukları değerlendirmeye dayalı Suriye politikasının sonuna yaklaştığını ve Türkiye’nin kendi ayaklarıyla bir kıskaca girdiğini söylemiştik. Öyle de oldu. Bu elbette her şeyin sonu değil, ancak verili koşullarda ve “mantık” sınırları içinde şimdilik de olsa gelinebilecek yer burası.

Trump’ın işleri!

Büyük güçler açısından, Suriye sorunu bağlamındaTürkiye’nin kontrol altında tutulabilmesi içingösterilen “anlayış” ve “göz yummanın” sınırları belli olmaya başladı. Trump’un kendi iktidarını korumak da dahil bazı nedenlerle Türkiye’ye gösterdiği “anlayış”, ABD bürokrasisi ve etkili siyasi elitinin şiddetli muhalefeti ile karşılaştı. Yaygın kabule göre, Trump kendini savunabilmek için RTE’yi “aslanların önüne” atıverdi. Hatta savaşın başlangıcında, kendi ifadeleriyle, onu “milyonlarca kişinin ölebileceği; kendisinin de Türkiye ekonomisini mahvetmek zorunda kalacağı” bir savaştan vazgeçirmek amacıyla yazdığı aşağılayıcı mektubun açıklanmasına izin verdi. Ardından ekonomik-askeri yaptırım hamleleri geldi. İş,Halkbank mevzuunun da ötesinde RTE’nin kişisel servetinin açıklanması tehdidi noktasına vardı. Ardından ABD Başkan Yardımcısı ve DışişleriBakanı’nın yer aldığı bir heyet Ankara’ya yollandı. RTE önce “Dengim değiller ben Başkan’dan başkasıyla görüşmem, ateşkesi de kabul etmem” dese de tehdit ve şantajlar karşısında gelenlerle görüşmeyive önerilen ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı; ABD yönetimi de ambargo tehditlerini şimdilik geri çekti…

Şimdi ABD’nin iç ve dış politika dengelerinden ve RTE’nin yeni bir hamlesinden kaynaklı çok önemli bir değişiklik olmazsa işlerin bir süre böyle gideceği söylenebilir. Amerika’nın Suriye üzerindeki etkisini eğer mümkün olabilirse bir Türk-Kürt ittifakı üzerinden sürdürmek istediği bilinen bir gerçek. Böylece elinde hem büyük ve NATO üyesi bir gücü, hem de varlığına meşruiyet sağlayacak, ulusal hakları için mücadele veren yerel-Suriyeli bir gücü tutmuş olacak. Bu, İran’ı kuşatma politikası için de büyük bir avantaj sağlayacak. Amerika’nın Kürtleri yeniden kazanıp Türkiye’yi de böyle bir ittifaka ikna etmesi şimdilik zor görünüyor. Ancak ABD’nin iki tarafı da kendine muhtaç hale getirip kullanmayı hedeflediği de bir gerçek. Trump’ın “Önce bıraktım iki çocuk gibi dövüşsünler, sonra ayırdım!” demesi boşa değil!

O sırada Ruslar…

Rusya’nın da Türkiye’nin kahredici gücü karşısında çaresiz kalıp harekâtı kabullenmek zorunda kalması gibi bir durum yok elbette. Rus yönetimi böyle bir eyleme karşı olsa da, malum güç dengeleri ve siyasi hesapları nedeniyle harekâta göz yumdu. Sonuçlarına bakıldığında bu politika Rusya açısından ciddi faydalar sağladı. Öncelikle ABD’nin Suriye’deki etkisini önemli ölçüde azalttı. Kürt güçleri Şam ilesiyasi ve askeri olarak bir takım konularda anlaşmak zorunda kaldı ve Suriye ordusu bu sayede Türkiye’nin ele geçirmeyi hedeflediği stratejik öneme sahip noktalara girdi. Türkiye, sonuçları daha sonra İdlip, Afrin, el Bab gibi yerlerde alınmak üzere, bir anlamda izole edildi. Rusya bu harekâtın da etkisiyle Suriye sorununun kendi meşrebince çözümünde çok ileri bir adım atmış oldu. Ancak bununla da kalmadı. Trump’ın ABD ileri gelenlerinin muhalefetine rağmen Kürt müttefiklerini “satmasının”  müttefik Arap ülkelerinde yarattığı endişe ve güvensizlik Rusya’nın bu ülkeler üzerindeki etkisinin de artmasına yol açmış görünüyor.

Bizimkiler ve “bundan iyisi…”

Türkiye’ye gelince… RTE içerideki muhalefete karşı yürüttüğü politika tarzının dışarıda da etkili olacağının düşünerek sınır ötesi bir takım işlere girişti! Bilindiği üzere bu politika, arabayı kararlı bir biçimde karşıdan gelenin üzerine sürme ve böylece karşıdakinin direksiyonu kırmak zorunda kalmasını sağlama esasına dayanır. Alışkanlıkların bazı faydaları olsa da eğer karşınızdaki Kılıçdaroğlu veya Akşener değil de Putin veya Trump ise, bir yerden sonra tersi sonuçlar vermesi kaçınılmazdır. Nitekim öyle olmuş ve Saray rejimi karşı taraftakilerin dedireksiyonu kırmayıp dosdoğru üzerine geldiklerini görünce en azında bu defa geri adım atmak zorunda kalmıştır. 

“Reis”in huyu suyu düşünüldüğünde bu az bir şey değildir. Düşünsenize “Fetih” duaları eşliğinde sınırı aşıyorsunuz. Amacınız Irak sınırına kadar uzanangeniş bir “tampon bölge”nin tek hâkimi olmak. TOKİ şehirleri kurup iki milyon mülteciyi buraya yerleştireceksiniz. Türkiye’deki idari yapıyı aynıylataşıyacak, okullar, hatta fakülteler kurmaya hevesleneceksiniz. Üstelik bu işi kendi ordunuzun yanı sıra “Suriye Milli ordusu” adını verdiğiniz, sonsuza kadar size müteşekkir kalacağını, bendeniz olacağını hayal ettiğiniz, doğrudan sizin tarafınızdan örgütlenen, silahlandırılan ve finanse edilen bir takım yerli güçlerle yapacaksınız. Yani her an içinde olduğunuz, size geniş müdahale imkânları sağlayan, hatta işin şekline bakıldığında belki de bir gün sizin olacak bir alan yaratacaksınız! Ne diyelim “Bundan iyisi Şam’da kayısı!”

Şimdi bütün bunların yolunun hem de kolaylıkla kesilebileceğini, hatta kesildiğini görüyor, uyarı ve tehditler karşısında asla yapmam dediğiniz ateşkesi kabul ediyorsunuz.  Demek ki her zaman “sonuna kadar” gidilemiyormuş, dünyada ve bölgede sizden başkaları da varmış! 

Anlaşmanın gerçek yüzü

ABD ile yapılan anlaşma iktidar çevreleri tarafından “tampon bölge” politikasının, dolayısıyla rejimin bir zaferi olarak sunulmaya çalışılsa da aslında ortada bir zafer falan yok. Her şeyden önce anlaşma metni,muhtemelen ABD tarafından Türkiye için kabul edilebilir bir durum yaratmak amacıyla, bölgede Rusya, Suriye ve İran gibi güçler yokmuşçasına kaleme alınmış. Oysa Rusya aracılığıyla Kürtlerle yapılan anlaşmanın ardından Suriye ordusu uzun süredir Türkiye’nin heveslendiği stratejik bölgelere girmiş bulunuyor. Rusya, Türkiye ve Suriye silahlı güçleri arasında bir çatışmaya izin vermeyeceğini belirterek Suriye ordusuna dokunulmazlık sağlıyor ve sınır güvenliğinin Suriye devleti tarafından sağlanması gerektiğini ısrarla vurguluyor. Öte yandan bu anlaşmayla Türkiye sekiz günde ancak girebildiği yerler esas alınarak oluşturulacak 30 km. derinliğinde bir cebin içine hapsediliyor. Fırat’ın ötesinde daha fazlası için Rusya ve Suriye ile görüşmesi gerektiği belirtiliyor. Yani Rusya ve Suriye, “Maden terörle mücadele ediyorsunuz, buyurun Irak sınırına kadar gidin!” falan demedikleri sürece Türkiye, şimdilik oluşturulan sembolik bir “tampon bölge”de kontrol altına alınıyor.

Her şeyin sonu mu?

Ancak bu konuda her şeyin “bittiği” söylenemez. Rejim, mesela “PKK-YPG”nin ağır silahlarının teslim alınmadığı ve “teröristlerin” sınıra yakın bölgelerde hâlâ faaliyetlerini sürdürdüğü gerekçesiyle, önceki mutabakatı bozduğu gibi bu anlaşmayı da tanımama noktasına gelebilir. Suriye’ye ilişkin “fetihçi” amaçlar ve bunların rejimin istikbali açısından taşıdığı önem düşüldüğünde böyle bir hamlenin imkânsız olduğu söylenemez. Zaten bazı “gözü kara” iktidar çevrelerinden de “intihar anlamına gelse bile” durulmaması, ileri gidilmesi yolunda öneriler gelmektedir. Verili koşullar ve mevcut güç dengeleri düşünüldüğünde “akıl ve mantık dışı” görünse de tarihte iktidarlar açısından pek çok “sıyırma” halinin yaşandığı bilinir. 

RTE (emperyalist) sistemin Türkiye’ye ekonomik ve siyasi olarak ihtiyaç duyduğu, hatta “muhtaç”olduğu; Türkiye’nin sistemin kenarına veya dışına atılmasına Batı’nın büyük güçlerinin cesaret edemeyeceği düşüncesiyle hareket etmektedir. Budüşüncenin “bilinen dünya” koşullarında tamamen yanlış olduğu söylenemez. Ancak RTE, sistemin Türkiye’den vazgeçemese de kendisinden vazgeçebileceğinin (hatta vazgeçtiğinin) ve şimdilik “alternatifsizliği” nedeniyle katlandığının farkındadır. Fakat bu durumun onu, mutlak bir biçimde, bilinen “akıl ve mantık” sınırları ve kapitalist sistemingeçerli diplomatik-siyasi teamülleri içinde davranmaya mecbur bırakacağını söylemek mümkün değildir. RTE’ye yönelik dünya çapındaki tepkinin temelinde, “öngörülemezliğinin” ötesinde, askeri eylemlerini, kendisinin de ifade ettiği üzere, “sonuna kadar” götüreceği ve Suriye’nin kuzeyini ele geçirip ilhak edebileceği inancı vardır. RTE, Amerika ve Rusya arasında yapıldığına inanılan doğrudan veya zımni bir anlaşmanın neticesinde ve kendisinin de sıkça başvurduğu tehdit ve şantaj yoluyla büyük güçler tarafından şimdilik durdurulmuş gibidir. (En azından 120 saat süresince!) Bu defa karşı taraf direksiyonu kırmamış ve bizimkilerin üstüne gelmeye devam etmiştir. Ancak bu hiçbir şeyin sonu değildir ve bu pilav daha çok su kaldıracak gibi görünmektedir,

“Üstüne üstüne sürmenin” kanlı bir kazaya yol açma ihtimali büyüktür…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında