“SAVAŞA HAYIR” DEMEK

“SAVAŞA HAYIR” DEMEK

Asıl tehlike nereden geliyor? Bütün bunlar bir operasyon habercisi mi? İç ve dış politikanın sarmaş dolaş halleri! Rejimin “beka” sorunu! Dışarıda bunu yapan içeride neler yapmaz! Rejimin kaderi: Giden bir daha döner mi? Muhtemel tehlikeler: Bunlar giderse demokrasi gelir mi?

Savaşlar genellikle dışarıdan gelecek tehlikeleri çağrıştırır. Ancak Suriye savaşı bağlamında bizim aklımıza öncelikle iç tehlikeler gelmektedir!

RTE’nin Suriye savaşına karşı çıkan Kılıçdaroğlu’nayönelik ağır hakaretleri, daha sonra CHP sözcüsünün aynı sözleri Cumhurbaşkanı’na yöneltmesinin ardından Meclis’te uğradığı saldırı ve savcılığın bu milletvekiline anında resen soruşturma başlatması… Bütün bunlar Türkiye’de “vakayı adiyeden” sayılabilecek şeyler. Ancak bir savaş durumunda ana muhalefet partisinin genel başkanının sadece “şerefsiz haysiyetsiz” değil, aynı zamanda “hain” yani “vatan haini” ilan edilmesi, eğer arkasının da gelme ihtimali yüksekse ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Elbette işaretler bundan ibaret değil. Kısa bir süre önce CHP ve yine Kılıçdaroğlu’na yönelik sistematik “FETÖ’cü” suçlamaları, ardından RTE’nin CHP’nin bu işin “tam göbeğinde” olduğunu açıklaması gerçekten Cumhurbaşkanı’nın rutin hakaret ve suçlama seanslarından biri miydi, yoksa savaşın yarattığı fırsatlar ortamında hazırlanan bir operasyonun habercisi miydi sorusunu sormak zorundayız.

Yeniden “dışarıya” Suriye savaşına dönelim. İktidar,“savaşa hayır” demenin aslında “Saray rejimine hayır” anlamına geldiğini biliyor ve bunun harekete geçirebileceği toplumsal dinamiklerin endişesini yaşıyor. RTE’nin yedi yıl sonra bile “Gezi’yi aklından çıkaramaması boşa değil! Başkalarıyla birlikte sıklıkla tekrarladığımız üzere Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde dış politikayla iç politika böylesine iç içe geçip “sarmaş dolaş” olmamıştı. Zaten RTE de aynı şeyi söylüyor. Bu durumda Suriye savaşına  “hayır” demekle CHP’nin “FETÖ’cülüğü”veya muhtemel bir yeni Gezi arasında ilişki kurmak iktidar açısından pek zor olmuyor.

Rejimin “beka” sorunu!

Rejime göre, Türkiye’nin Suriye, Libya ve diğer yerlerde bulunmasının gerekçesi “Türkiye’nin bekası!” Ancak asıl sorunun iktidarın bekasıyla ilgiliolduğunu herkes biliyor. İktidar, içerideki ve dışarıdaki her şeyi kendine yönelik birer tehlike olarak algılıyor. Buradan kalkarak, kendi bekasıyla ilgili dış sorunları savaşlar ve “fetihler” yoluyla çözmeye çalışan bir iktidarın, içerideki sorunlarışiddet ve baskı yöntemleriyle çözmeye çalışmasının anormal bir yönü olmadığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde, yapılacak her türlü kitlesel protestonun peşinen dış kaynaklı birer “darbe” eylemi olarak yaftalanması ve “milletimizin” bu tür girişimlere karşı hazır olduğunun ilan edilmesi iktidarın niyetlerini açıkça ortaya koyuyor.

Sorun rejimin kaderi olduğunda…

Bugün Türkiye’yi yönetenlerin, seçim kaybetseler bile iktidarı bırakmayacaklarına dair yaygın ve haklı bir düşünce var. Sorun bir rejimin kaderi olduğunda gitmek kolay değildir! Çünkü gidenler bir daha kolay kolay dönemezler! Zaten iktidardaki milliyetçi-mukaddesatçı ortaklığın “beka” sorunu da buradan kaynaklanmaktadır. İstanbul yerel seçimleri ciddi bir işaretti. İktidarın, muhalefetin açık farkla kazandığı tekrar seçimin sonuçlarını kabul etmek zorunda kalması kimseyi yanıltmasın. Kurduğu rejiminin yıkılmasına yol açabilecek bir seçim yenilgisinin, elindeki bütün kuvvetleri kaybetmediği sürece, iktidar tarafından kabul edilmesi mümkün değildir. Böyle rejimlerin zorunlu biçimde, giderek birer “iç savaş rejimine” dönüşeceğini ısrarla vurgulamamızın bir nedeni de budur.

Suriye savaşı bir rejim sorunudur!

Bütün bunlardan dolayı Suriye savaşını, aynı iktidarın yaptığı gibi, bir iç politika sorunu, bir “rejim” sorunu olarak görmeliyiz.  Konu tek başına bu tür savaşların kazanılmasının ya da kaybedilmesinin yol açacağı ekonomik-toplumsal yıkımlar değildir. İşin bir de politik boyutu vardır: Bugün doğrudan iktidar kaynaklı çok daha büyük tehlikelerle karşı karşıyayız. Verili koşullarda rejimin başarısızlıklarının, burjuva muhalefetinin beklentilerinin tersine, kendiliğinden bir çöküşe yol açmayacağını bilmeliyiz. Başarısızlık ve kaybetme korkusu bu tür rejimler için bir saldırganlık nedenidir. Geçmiş yıllarda OHAL’in nasıl bir şey olduğunu gördük; muhtemel bir “savaş hali” ilanının sonuçları çok daha kötü olacaktır. Saray rejiminin yasal veya yasadışı uygulamalarıyla çok daha tehlikeli bir rejime dönüşebileceğini; başımıza sardıracağı türlü belalarla başka türden baskı rejimlerine kapı aralayabileceğini unutmayalım. Bunlar gittiğinde demokrasinin geleceğine dair hiçbir garanti yoktur!  Yani bu korku ve gerilim filmi,“devletlu” muhalefetimizin umduğu gibi, iktidarın kaybettiği bir seçimin ardından, mutlu bir sonla bitmeyebilir! 

Bütün bunlardan dolayı “savaşa hayır” demek, barış için mücadelenin ötesinde Türkiye ve onun asli unsuru olan emekçiler için özgür bir gelecek mücadelesinin de zorunlu bir adımıdır

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında