“BAŞKA BİR DEVLET İSTEMEK!”: KORONA GÜNLERİNDE DEVLET SORUNU!

“BAŞKA BİR DEVLET İSTEMEK!”: KORONA GÜNLERİNDE DEVLET SORUNU!

Başta İstanbul ve Ankara, CHP’li büyükşehir belediyelerinin başlattıkları bağış kampanyaları, iki gün sonra kendi kampanyasını başlatan Saray rejimitarafından yasaklandı; bağışların toplandığı banka hesapları bloke edildi. Yasağın nedenleri cümlemizin malumu olsa da gerekçesi ilginç: “Devlet içinde devlet olmaz!” Evet, RTE “Devletimizin, yani Cumhurbaşkanlığı makamının” başlattığı bağış kampanyasını ilan ederken CHP’li belediyeleri “Devlet içinde devlet olmanın anlamı yok! Aksi halde burada gücü dağıtmış oluruz” diye uyardı. Hemen ardından İçişleri Bakanı’nı da CHP’li belediyeleri, “Başka bir devlet oluşturmak istemekle!” suçladı. 

Elbette iktidar sahiplerine dönüp Fethullahçılarla işbirliği yaptıkları dönemi veya kendi belediyelerinin ve tarikatların topladığı bağışları hatırlatılarak “Önce kendinize bakın!” demek de mümkün, ancak asıl sorun bu değil. Hatta iktidarın bağış toplama tekelini ele geçirip bundan siyasi rant elde etme veya paraları başka türlü “hayır işlerinde” kullanma niyeti de değil. Neticede bunlar inkâr edilebilir şeyler. Burada asıl sorun Cumhurbaşkanı’nın, bütün devlet ve iktidar sahiplerine has evrensel bir anlayışı, korkuyu ve olağanüstü dönemlere has bir ihtimali dile getirmesi. Yani RTE’nin sözleri şu andaki bağlamının ötesinde devlet ve iktidar konusunda bir takım “hikmetleri” de içeriyor.

Devlet Benim!

Fransa’yı 72 yıl boyunca yöneten, “Güneş Kral” namıyla da bilinen 14. Louis’nin (1638-1715) ünlü bir sözü vardır: “Devlet benim!” Bu bakış açısının tarihte kaldığı zannedilmesin. RTE, “Devletimizin, yani Cumhurbaşkanlığı makamının…” diye başlayan sözleri boş yere söylemedi; aslında “Devletimizin, yani şahsımın…” demek istedi. (Bir keresinde  “İngiltere, Fransa, Almanya ve Şahsım toplandık!” da demişti!) İktidarın mutlaklaştığı oranda kişilerin de devletleşmesi kaçınılmazdır! Bu bakımdan Cumhurbaşkanı’nın ve İçişleri Bakanı’nın yukarıda alıntıladığımız sözleri çok önemli. RTE, “devlet içinde devlet olmaz, aksi halde gücü dağıtmış oluruz!” derken devlet iktidarının tek ve paylaşılamaz bir bütün olduğunu söylemek istiyor. “Reisini” takip eden İçişleri Bakanı da bu evrensel ilkeden yola çıkarak bilinen üslubuyla muhalefeti “Başka bir devlet oluşturmak istemekle” suçluyor.

Oysa muhalefet belediyelerinin derdi salgının yarattığı etkiyi ve muhtemel bir yıkımı hafifletmek ve mağdurlara yardım amacıyla bağış toplamak. Yoksa öyle “devlet içinde devlet kurmak” veya “başka bir devlet oluşturmak” gibi bir niyetleri yok. Zaten böyle bir şey CHP’nin genetiğine ters! En fazla bugünkü durumda iktidarın acizliğini sergilemek, bu işi çok daha iyi yapabileceklerini göstermek ve gelecek seçimleri kazanarak iktidara gelmek isteyebilirler. Bu da bir muhalefet partisinin en doğal hakkı. 

Endişe…

Devlet büyüklerimizin “başka bir devlet”e ve “devlet gücünün dağılımına”, yani iktidarın paylaşılmasına ilişkin sözleri, koşulların iyice aleyhine döndüğü bir kriz sürecinde Saray iktidarını endişelendiren daha başka şeylere işaret ediyor olabilir. Yani “İktidar içine düştüğü zor durumda inisiyatifi muhalefete kaptırmak ve seçmen desteğini kaybetmek istemiyor” veya “Amaç muhalefete iftira atmak!” deyip geçemeyiz. İktidarın kafasında “devlet” meselesine ilişkin daha temel, yani daha sınıfsal bir şeyler var gibi görünüyor. TÜSİAD’ın yetersiz bulduğu önlem paketine (sureti haktan görünen) dolaylı eleştirilerini de aynı sınıfsal bağlamda ele almak gerekiyor.

İktidarın “devlete” ilişkin endişelerinin gerçek kaynağı, elbette her kritik durumda “Aman devletime bir şey olmasın!” deyip teslim bayrağını çeken CHP olamaz. Ancak işlerin kontrolden çıkıp iktidarın aczinin daha da aleniyet kazanmaya başladığı bir durumda sorun CHP’nin niyetlerinin çok ötesinde bir “devlet” sorununa dönüşebilir. Yani bu konudaki endişeli halinden dolayı iktidarın tamamen haksız olduğu söylenemez! 

Kendi Kendini Yönetmek ve İkili İktidarlar

Devletin kontrolü elden kaçırıp yetersiz veya aciz kaldığı durumlarda emekçi kitlelerin temel ihtiyaçlarını karşılayıp onların güvenini kazanmaya başlayan birtakım oluşumların iktidar alternatiflerine, hatta bazı hallerde “başka tipten”bir devlete dönüşmeye başlamaları görülmemiş şeyler değildir. Büyük toplumsal hareketler, devrimci durumlar, doğal, ekonomik, toplumsal felâketler, yıkımlar, devlet gücünün, otoritesinin ve işlevlerinin zaafa uğradığı ölçüde,  kitlelerin hayatta kalabilmek ve varlıklarını savunabilmek amacıyla bir takım “özörgütlenmeler” oluşturmasına yol açabilir. Bu, o zamana kadar devleti kutsal ve kerim bir varlık olarak gören kitlelerin, çıplak ve acı gerçeklerle karşılaşıp kendi eylemleri içinde siyasi ve toplumsal bir bilinç sıçraması yaşadıkları ve giderek kendi kendilerini yönetebileceklerini kavradıkları son derece sınıfsal bir durumdur. Geniş emekçi kitleler için ortaya çıkan bu “aydınlanma” durumu, egemen sınıflar ve onların siyasi iktidarları açısından gerçek bir kâbustur. Komün, sovyet, konsey, komite vb. adlarla anılan, fabrikalardan, işyerlerinden, mahallelerden başlayıp bölgelere ve bütün ülkeye yayılabilen böyle kitlesel özörgütlenmeler “ikili iktidar organları” olarak bilinir. Yani artık ortada devletin ve patronların iktidarına alternatif ve farklıbir düzen kurma kapasitesine ulaşabilecek başka bir “iktidar organı vardır. ”İşçi sınıfının uluslararası tarihi 1871 Paris Komünü, 1917 Sovyet Devrimi, 1918 Almanya işçi ve asker konseyleri vb. çok büyük örneklerin yanı sıra irili ufaklı pek çok “özyönetim” ve “ikili iktidar” örneğiyle doludur. Kısacası asıl sorun “devlet içinde devlet” değil, “devlet dışında devlet” sorunudur.

İktidar sahiplerinin bu örneklerden haberdar olup olmadığını bilemeyiz. Muhtemelen şu anda daha basit saiklerle hareket ediyorlar. Ancak yine de danışmanları arasında bu türden tarihi ve siyasi bilgilere sahip birileri, bir takım burjuva ideologları, sermaye yanlısı “fikir adamları” vardır. Onlardan akıl alıyor da olabilirler!

Okuyucu, İstanbul Belediyesinden çıkıp Paris Komünü’ne nasıl geldiğimizi sorabilir! Kimsenin bu kadar ciddi bir konuda “uçtuğumuzu”, hayallere kapıldığımızı düşünmesini istemeyiz. Ancak “devlet sorununu” durduk yerde açan biz değiliz. Sorun iktidar tarafından dile getirilmiştir.

İktidarın aklına gelen devrimcilerin de aklına gelmelidir!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında