Grup Yorum ve Bağlamayı Ayakta Çalmak!

Grup Yorum ve Bağlamayı Ayakta Çalmak!

Grup Yorum üyesi iki genç sanatçı, Helin Bölek ve İbrahim Gökçek, Grup Yorum konserlerinin yasaklanması ve haksız tutuklamaların kaldırılması amacıyla uzun süredir sürdürdükleri açlık grevi ve ölüm orucu sonunda hayatlarını kaybetti.

Polis, İbrahim Gökçek’in cenaze törenine müdahale etti; cenazenin kaçırılarak ancak Kayseri’de aileye teslim edildiği söylendi. Kayseri’de de bir güruhun, cenazenin defnedilmesini engelleyeceklerini ifade ederek eylem yaptıkları düştü basına. Cenaze defnine engel olmak “yeni Türkiye’de” bir utanç ritüeli haline geldi. Daha önce HDP milletvekili Aysel Tuğluk’un annesinin Ankara’da, Savcının ölümünden sorumlu olduğu söylenen Şafak Yayla’nın Giresun’da köyünde gömülmesinde yaşananlar gibi.

Üniversite yıllarımızda, bir türlü bitmeyen, sonu gelmeyen, kapanmayan bir şeyle karşılaşıldığında  “Arkadaş bu da Grup Yorum gibi çıktı” diye espri yapardık. 1985 yılında kurulduğundan bu yana binlerce kez üyelerine dava açılan, gözaltına alınan, soruşturma geçiren, üyelerinin tamamı cezaevinde iken dışarda kalan ikinci elemanları ile albüm yapan, ikinci halka da (böyle miydi iç organizasyonları bilmem ama) gözaltına alınınca üçüncü halkadaki müzisyenleri ile konserde – dinletide boy gösteren bir grup için de ancak bu söylenebilirdi.

İlk kez ortaokul yıllarımda, 86-87 yılları olsa gerek, müziklerini dinlemiştim. Bağlamada “Saçlarına yıldız düşmüş” ile “Şarkışla’ya düşürmesin” şarkılarını yeni yeni çalmaya çalışan başka gecekondu çocukları ile birlikte.

Daha önceleri ancak üzerinde fikir yürüterek sembollerini çözdüğümüz devrimci şarkı sözleriyle karşılaştırınca; bunlar doğrudan, kelimeleri dolandırmadan diyeceklerini diyorlardı; ilk gözlemim oydu.  Bir cezaevi-zindan güzellemesinden, türlü haksızlığa uğramışlıktan, o dönem sıkça dinlediğimiz diğer örnekler gibi “biraz melankolik devrimci bir erkekten” bahsedilmiyordu. Vokal olarak seçilen sesler bile, nasıl diyeyim, gümbür gümbür bir ifadeye sahipti, coşkulu ve “tehlikeli”. Erkek sesleri kadar, hatta ondan daha çok, temiz kadın vokalleri vardı (sonradan İlkay Akkaya olduğunu öğreneceğim sesin söylediği Berivan vardı albümde, kişisel tarihimde çok önemli bir yeri vardır). Tek bağlama ile yapılmasa da tek bir melodinin çok sayıda enstrüman ile takip edildiği şarkılardan daha çok; müziği inişli çıkışlı, iç içe geçmiş, enstrümanların çok farklı melodi yolculuklarından geçerek buluştuğu, insanın dinledikçe hangi enstrümanın yolunu takip edeceğine şaşırdığı bir melodiler deryası idi şarkıları.

Tevekkeli Ertuğrul Özkök’ü bile bir gece arabasında çalan radyoda rastlayınca büyüleyebilen, sonra şarkının sözleri başlayınca ise sinirlendirip parçayı kapatmasına neden olan bir Grup Yorum bestesini hatırlıyorum. (Sözlerde geçen “kavgamı seviyorum” dizesi Özkök’ü tiksindirmişti, söylediğine göre, ancak cehaleti yanına kalsın, şiir Nazım Hikmet’e aitti.)

Bir şarkı içinde, helikopter sesinin besteye yakışarak kullanılmasından bahsediyorum örneğin. Sonra hiç imtina edilmeden çekilen zılgıt sesinin – o yıllarda zılgıt bile Kürtçe idi – kullanımından. Sonra gecekondu bölgesinden zengin mahallelerindeki okula gittiğimizde, defterlerimize çizdiğimiz, kaset kapakları resimleri, grafikleri dahi başka idi. Kızıl bandı ile uzanan, elinde tuttuğu güneşin ışıklarına yaslanan figürler, yumruklar. Kendi içine dönük, bir tür melankoli ile değil, “dışarıya konuşan” sözler.

İlk dinlediğimde kolay kolay anlayamadığım bir müzik olduğunu itiraf etmem gerekir. Üzerinde çalıştıkça “müzik kulağımı” da geliştiren, geliştirdiği kulağın da dinledikçe daha çok sevdiği bir müzikti. Hem bütün solcu abiler tarafından da sahipleniliyordu “bu çocuklar”.

Tek yüz resmi yoktu kaset kapaklarında. Kolektifti, kolektif olarak üretilerek “iyi bir şey” yapılabileceğine dair ender örneklerdendi. Sonradan bir gazete haberinde resimlerini görmüştüm: bağlamayı ayakta beline yaslayarak çalan biri ve yüzü traşlı, üzerlerinde kot montları, gözlüklü solistleri ile çok mütevazı görünen bir ekip resmi. O müzik, ancak klasik müzik üreten “havalı” bir tipolojiye uygunmuş gibi gelmişti, hayalimizde. Oysa tiplerine bakılırsa, senin benim gibi genç üniversite öğrencileri idi.

Resim ise, bir kargo grevi ziyaretinde çekilmiş idi. Kargo grevi ziyaretine giden bir müzik grubu!

Sonradan üniversite yıllarımda da şahit oldum. Ne zaman üniversitede bir eylem olsa, sanki yan sokakta oturuyor gibi, sırtlarına bağlamalarını, gitarlarını alıp geliyorlardı. Çağrıldıkları her yere, her zaman geliyorlardı. Üniversite eylemleri rutinine girmişlerdi: sırasıyla, forum açılış konuşması, siyasetlerin konuşmaları, faşizme karşı mücadele çağrıları, Grup Yorum konseri ve kapanış.

Forumlardaki konuşmaları sabırla dinlerler; zamanları gelince, kılıflarından çıkardıkları enstrümanlarını ayakta yine bellerine dayayarak çalarlar; sonra kantinde zaman varsa oturup bir iki sohbete, o dönem genelde siyasetlerinden beklenmeyecek bir mütevazılık ile katılırlardı.

Hemen her grevde, her eylemde bu seyyar grup halleri devam ediyordu. Bununla tatlı şekilde dalga geçtiklerini hatırlıyorum. Benim de gittiğim her eylemde, grev çadırında rastlaşıp selamlaştığım arkadaşlar haline gelmişlerdi. El konulan ve kırılan enstrümanlarını “yaygara koparmadan” tamir ettiklerini, bu müdahaleleri vakayı adiye haline getirmelerini görüyordum. Bir Yorum üyesini, daha önceki bağlamasını sevdiğini, ama onu polisin kırdığını, bu yeni olana da daha tam alışmadığını, o sebeple artık pahalı enstrümanlar almadıklarını söylerken hatırlıyorum, ayırt edici olarak.

Belki ben rastlamadım, bilmiyorum; her ne şartta ve nerede çalarlarsa çalsınlar, kötü müzik yapmadıklarını, yanlış nota basmadıklarını hatırlıyorum mesela.

Hangi dış halkadan üyeleri gelirse gelsin, aynı müzik çıkıyordu. Daha azı kesinlikle değil!

Zamanla bir sürü parçaları marş haline geldi. İnsanlar marş gibi söylemeye başladı; “alnında yıldızlı bere…”,”Cesaret, Cesaret, daha fazla Cesaret”

Hiç şüphesiz, Venceremos  düzenlemesinin Inti illimani’den hiç aşağı kalmadığı, bağlamanın ukuleleden daha fazla parçaya yakıştığı bir müzikal kalite bu.

Özellikle eski parçalarını dinlerken beni ve benim kuşağımı etkilemeyen, yüreğini coşturmayan hiçbir parçası yoktur sanırım. Ama daha ilginç olan, söylediğine göre, aramızda 30 yaş fark olan yeğenimi de aynı heyecanla sarıyor olması. Konserlerinde, yumruklar havada 12 Eylül kuşağı ile milenyum çocuklarının aynı ruh halinde, parçalarına bağırarak eşlik ettikleri Dünya üzerindeki ender sayıda gruptan biri. Sırf bu özelliği ile bile şimdiden tarihteki yerini aldı. Dünyanın en kalabalık konserlerinden birini verdiklerinde, 1 milyonu aşan kişiye çaldıklarını görünce şaşırıp sevinen sadece ben değilimdir.

1 Mayıslar, Zonguldak işçi yürüyüşleri, depremler, türban eylemleri, Silivri’deki gazetecilerle dayanışma eylemlerinin müzikal sesleri oldular. Siyasetleri gereği işçi eylemlerine müdahaleleri gündemlerine aldıkları günlerde, özellikle hemen her grevde müzik yaptılar.

Sonrasında, giderek nefes almakta zorlandıkları bir gözaltı, tutuklama, baskınlar sürecine takıldılar. Üyelerinin cezaevinde olmayanları yurtdışına iltica etmek zorunda kaldı. Kültür Merkezleri kapatıldı. Türlü gizli tanık ifadeleri ile haklarında yakalama kararları çıkarıldı. Bunlarla mücadele etmek için açlık grevleri ve ölüm oruçlarına girdiler. Bu eylem tarzının doğruluğu yanlışlığını tartışmanın şimdi zamanı olduğunu düşünmüyorum; bu tartışmanın şimdilerde her düzeyde ve kesimde çoktan erozyona uğrayan “adab”a uygun olmadığı açık. Fakat yaşanan ölümler sonrası, koca koca sol partilerin tek bir taziye dahi yayımlamamaları, gözlerini kapatmaları, başlarını çevirmeleri üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur.

Sadece kendi hukukları, dertleri ve varoluşları ile ilgilenen bu “ruh hali”  kökten değişmelidir.

Grev çadırlarında parçaları ile halay çektiğimiz bir gruba dair, en azından böyle bir borcumuz olduğu aşikârdır.

Bir dönem karşı safa söylediğimiz şeyleri, kendi duvarlarımıza Grup Yorum ağzından söylememiz gerekiyor;

“O duvar, duvarınız, vız gelir bize vız!”

Son not: Grup Yorum’un ilişkilendirildiği eylemler ile ilgili terör destekçisi yaftasına karşı da söyleyeceğimiz şudur; devlet TV’lerinde komşularından kaç kişiyi öldüreceğinin hesabını yapan ya da insanları katliama davet eden şarkılar (Kan Kokusu adlı “şarkı” örneğin) yaparak açıktan nefret suçu işleyenlerin soruşturmaya dahi uğramamasının nedeni nedir?

B. Turgut

Yazar Hakkında