YENİ NORMAL: “ÇALIŞMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR” Mİ?

YENİ NORMAL: “ÇALIŞMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR” Mİ?

“Yeni normal” ile ilgili tartışmalar her ne kadar “pandemi”nin doğrudan sonuçları, günlük alışkanlıklarımız, yaşama biçimlerimiz, bireysel ve toplumsal sağlığımızla ilgiliymiş gibi görünse de temel sorun bunların çok ötesinde. Zaten bu nedenle işin sağlık ve afiyetimizle ilgili yönü dahi dünyanın bundan sonraki haline ilişkin kestirim ve öngörüler eşliğinde tartışılıyor. Bunlar birtakım ütopya ve distopyaları içeriyor. Ancak insanlığı nasıl bir geleceğin beklediği sorusunun cevabı “boşlukta” verilemez. 

Cevap, her zaman dünümüzün ve bugünümüzün somut-maddi gerçekliğinde saklıdır. Bu nedenle “yeni normal” sorununu, öznel hayal ve heveslerimiz, salgın döneminin ahlaki dersleri, bu travmanın bizi zorlayacağına inandığımız rasyonel düşünme alışkanlıkları, bireysel, kimliksel çözümler, hatta yeşil ve insani bir kapitalizm vb. beklentiler üzerinden anlayabilmek mümkün değildir. Sorun, hiç hoşumuza gitmese de nesnel gerçeklik üzerinden tartışılmak zorundadır.

Krizin Kapitalistler Eliyle Çözümü ve Yeni Normal

Kuşkusuz çözümün, öznel bir boyutu, yani insan iradesiyle sıkı bir ilişkisi var. Nihayetinde dünyayı insanlar değiştirecek. Ancak Marx’ın da dediği gibi insan bu işi kendi keyfine göre değil, “geçmişten devreden verili koşullarda”, yani belirli bir nesnelliğin zemininde yapabilir. Bugünün nesnelliğinin belirleyici unsuru kapitalizmin dünya çapındaki bunalımıdır. Dolayısıyla bugüne ve yarına ilişkin bütün hesapları bu bunalım ve bunun belirlediği koşullar üzerinden yapmak zorundayız.

Ellerimizi bundan sonra daha sık yıkayabilir, insanlarla fiziki mesafemize dikkat edebilir, her yere maskeyle gidebilir, büyük şehirleri terk edebilir, mecbur değilsek evden bile çıkmayabiliriz… Ancak, bunların hiçbirinin kapitalizmin bunalımına ve bunun bizlerle ilgili sonuçlarına doğrudan bir faydası olmaz!

“Yeni normal”in ne menem bir şey olacağı, bu büyük krizin çözümü doğrultusunda yaşanacak sınıf mücadelelerinin sonucuna bağlı. Bu mücadeleyi kazanan, yeni dönemin kurallarını koyacak, bütün boyutlarıyla “yeni normali” belirleyecektir.  “Yeni normalin” içeriği sınıfsal çıkarlar doğrultusunda ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda yapılacaklarla ilgilidir.

Sorunun özü kapitalizmin bunalımının kimler tarafından ve hangi yol ve yöntemlerle çözüleceğidir. Bir bunalım döneminde kapitalistlerin yapacakları bellidir. Öncelikli amaçlarından biri, “sermayenin yeniden yapılanması” kapsamında emek-sermaye ilişkisinin yeniden belirlenmesidir. Bu bir yanıyla işgücü piyasasının işçi sınıfı aleyhine yeniden düzenlenmesi (Bu günümüzde “kötüden betere” anlamına gelecektir!) ve bu yolla en berbat çalışma biçimlerinin ve koşullarının işçilere dayatılması; diğer yanıyla üretim sürecinde emeğin verimliliğini ve yoğunluğunu artıracak ve emeği daha ağır bir disiplin altına alacak üretim yöntemlerinin yaratılmasıdır.  Emek piyasasında ve üretim sürecinde yapılanların amacı sömürü oranlarının olabildiğince yükseltilmesidir. Bu hem göreli hem de mutlak artık değerin, yani emeğin, ödenmeyen, kapitalistlerce el konulan bölümünün çoğalması demektir. 

Patronlar kendi düzenlerinin kaçınılmaz bir sonucu olan krizi çözebilmek amacıyla işçi sınıfının o güne kadar kazanılmış yasal ve fiili haklarını daraltmaya, hatta geri almaya, sendika vb. örgütlenmelerini zayıflatmaya, dağıtmaya, sınıf  içi dayanışmalarını bozmaya, onları bölmeye, çalışma tempolarını yükseltmeye, emek üzerindeki disiplini artırmaya, ücretlerini baskılamaya çalışırlar.

Krizin kapitalistler eliyle “çözümünün” işçi sınıfına ilişkin genel iktisadi-sosyal yönü budur. İşçi sınıfının ileri derecede direnç gösterdiği bazı durumlarda, bu direncin şiddeti ölçüsünde politik baskı, hatta açık şiddet yöntemleri de devreye girer.  Patronların bütün bunları başarmaları halinde yaratacakları “yeni normalin” nasıl bir şey olacağını ve emekçiler açısından ne anlama geleceğini anlamak zor değildir; elbette sadece ekonomik değil, hem uluslararası, hem de ulusal plandaki bütün tarihsel, siyasi, toplumsal sonuçlarıyla birlikte…

Bütün bunlar geçmiş zaman krizlerinde de uygulanmış çözüm yöntemleridir. Zaten uzun süredir yürürlükte olan uygulamalara baktığımızda, bunların daha da ağırlaştırılmış biçimleriyle tepemize bindirilecekleri açıktır. 

O Sırada Türkiye’de

Kapitalizmin devreli krizlerinden farklı olarak yapısal nitelikteki büyük bunalımların aşılması, verimsiz “sermayelerin değersizleşmesinin” ve teknolojik değişimlerin yanı sıra dünya ekonomisi ve uluslararası işbölümü alanında büyük değişimlerin gerçekleşmesine de bağlıdır. Anlaşıldığı kadarıyla RTE de bir ölçüde bunun farkındadır. (En azından bu konudan haberdar edilmiştir.)  

Cumhurbaşkanı son konuşmalarından birinde “Dünyadaki değişim ülkemizin önüne yeni ve gerçekten çok büyük fırsat pencerelerinin açılmakta olduğunu işaret ediyor.” demiştir. Söyledikleri,  dünya çapındaki iktisadi bunalımın bu yeni evresinde olabileceklere, olması beklenenlere ve elbette Türkiye’nin bu yeni dönemde dünya ekonomisi içindeki muhtemel konumuna ilişkin şeyler. Bu yeni konum,  elbette yeni ittifakları, işbirliklerini ve ikili ilişkileri de içerecek; gayretlerde bu yönde. Bu aynı zamanda uluslararası mali sermayeye başta daha ucuz işgücü olmak üzere uygun koşullar sunma anlamına da geliyor. Bu elbette ve öncelikle yerli ve milli sermayemize de sunulan bir imkân!

Bir “yeniden diriliş” peşindeki rejimin krizi atlatabilmek için ilk aklına gelen çözüm yolu“evrensel kurallara” uygun biçimde ve yukarıda saydığımız yöntemler aracılığıyla emek sömürüsünün ağırlaştırılmasına dayanıyor. Çünkü rejimin “Yangında ilk kurtarılacaklar” listesinin başında büyük sermaye var! Ya diğerleri? Onların “yeni normaldeki” durumlarını tamamen büyük sermayenin ihtiyaçları ve çıkarları belirleyecek.

Arbeit Macht Frei!” (Çalışmak Özgürleştirir!)

Korona salgınının yeni dönemde sadece siyasi istismar konusu yapılmayacağı belli oldu. Salgının, emek üzerindeki sömürüyü artırmak hedefiyle ekonomik olarak da istismar edileceği anlaşılıyor. Bunun en “yaratıcı” ve “parlak” örneklerinde biri MÜSİAD tarafından ilki 15 Haziran’da açılacağı söylenen “İzole Üretim Üsleri” projesi! Yani işçilerin, giriş çıkışların sıkı biçimde denetlendiği bir çeşit çalışma kamplarında çalıştırılması! Bunun gerekçesi salgının ikinci bir dalga yapması halinde üretimin sürdürülebilmesi olarak gösterilse de insanın aklına ilk anda nedense Nazilerin Auschwitz toplama ve imha kampının kapısında demir harflerle yazılmış “Arbeit Macht Frei” (Çalışmak Özgürleştirir!) sloganı geliyor!  

Planlanan üretim ve denetim koşulları, işçiler ve aileleri için tasarlanan yaşam biçimi ve bunların sermayeye sağlayacağı yarar ve imkânlar düşünüldüğünde bu kampların salgın sonrası çalışma hayatımızda da mümtaz bir yeri olacağı söylenebilir. Yani bu tür işler salgın dönemiyle sınırlı kalmayacaktır. Kapılardaki güvenlik önlemleri ve “kamplardaki”  denetim ve muhtemelen elektronik takip sistemleri sayesinde içeriye sadece koronanın değil sendikaların, sendikacıların ve diğer “virüs” türlerinin de giremeyeceği anlaşılabilir. Ayrıca işçilerin ve ailelerin her türlü sosyal ilişkisinin kontrol altına alınması, işveren hesabına çalışan ispiyoncuların sanatlarını icra etmesi de bu sayede kolaylaşacaktır. Bu yolla “emeğin disiplin altına alınması” hedefi sadece yeni teknolojiler ve çalışma biçimleriyle değil, aynı zamanda güvenlikçi-ajan-muhbir ağlarıyla da sağlanmış olacaktır. Bu tür “çalışma kampları” sistemi emeğin köleleştirilmesinde ve sömürülmesinde yeni ve “ileri” bir adımdan başka bir şey değildir.

Bütün bunlar ekonomik krizi büyük sermaye yararına çözmenin yol ve yöntemleridir. Ancak büyük ve yapısal bir iktisadi kriz hem sorunları, hem de çözümleri açısından hiçbir zaman kendi alanıyla sınırlı kalmaz. Kriz, şiddeti ölçüsünde kaçınılmaz olarak siyasi ve toplumsal alanlara yayılır. Zannedildiğinin tersine, bu tür krizlerin çözümünün öncelikli adımları siyasi ve toplumsal alanlarda atılır. Çözümün siyasi ve toplumsal koşulları yaratılmadan, bu çapta krizleri aşmak mümkün değildir. Sınıflardan biri diğerine boyun eğdirmek istiyorsa, onu kıpırdayamaz hale getirecek koşulları da yaratmak zorundadır. Saray rejiminin siyasi ve toplumsal baskıyı artırmasının temel nedeni, kendi “özel” sorunlarının yanı sıra esas olarak işçi sınıfına boyun eğdirmektir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında