TÜSİAD’IN “GELECEĞİ İNŞA” PLANI: BÜYÜK PATRONLAR YENİDEN DEMOKRASİYE HAZIRLANIRKEN!

TÜSİAD’IN “GELECEĞİ İNŞA” PLANI: BÜYÜK PATRONLAR YENİDEN DEMOKRASİYE HAZIRLANIRKEN!

TÜSİAD, 50. kuruluş yıldönümü münasebetiyle “Geleceği İnşa” başlıklı, ekonomik, toplumsal, siyasal konuları içeren bir rapor yayımladı ve yine bu bağlamda demokrasi çağrısı içeren bir de basın açıklaması yaptı. Bilindiği üzere, geleneksel büyük sermayenin örgütü zaman zaman demokrasi çağrıları yapar. Özellikle de işlerin kendisi için de ters gitmeye başladığı ve geleceğine ilişkin endişelere kapıldığı zamanlarda. Ancak TÜSİAD, eleştirilerinin kapsamı her ne olursa olsun, sesinin tonunu ayarlamayı ve her zaman bir yerde durmayı da bilir. Bu ayar ve frenlerin nedeni elbette tek başına RTE’nin kendilerine yönelik “nankörlük etmeyin” sitemiyle karışık “fırçaları”, bazen aba altından, bazen de alenen gösterdiği sopalar veya kabaca gündelik maddi çıkarları değildir. TÜSİAD’ın temsil ettiği büyük sermaye, yani Türkiye “finans kapitali” AKP döneminde sağladığı büyük kazançların ve sınıfsal güvenliğin farkında olduğu gibi, daha genel anlamda, kapitalist düzen altında her hükümetin bir biçimde kendisine hizmet etmek zorunda olduğunun bilincindedir.  Neticede siyasi mülkiyetinde ciddi aşınmalar olsa da toplumsal mülkiyeti bir biçimde garanti altındadır. Bu nedenle, bütün huzursuzluk ve endişelerine rağmen var olan siyasi iktidarın yerine başka bir şey koyamadığı sürece bir yerde susmayı tercih edip “suskun demokrat” rolünü oynar!

Demokrasi Çağrısı Neyin Çağrısı?

Şimdi büyük patronlar, yeniden “demokrasi çağrısı” yapıyorlar. Elbette her demokrasi çağrısı farklı dönem ve konjonktürlerde farklı anlamlar taşır. O nedenle bu çağrının böyle bir zamanda ne anlama geldiği sorulabilir. Öncelikle şunu belirtelim: Bu defakinin “Geleceği İnşa” başlığı taşımasının, içinde yol aldığımız döneme ilişkin özel bir anlamı vardır. TÜSİAD’ın 50. yıldönümünde yaptığı bu çıkış, malûm nedenlerle bazı genel ifadelerin ardına saklansa da zamanlaması itibariyle, hesabı tarihsel tecrübeler temelinde inceden inceye yapılmış birtakım talepleri içermektedir. Türkiye mali sermayesinin lisanını ve davranış biçimini bilenler, bu “demokrasi çağrısının” (planının!) var olan ulusal ve uluslararası koşullarda, büyük patronların kendileri açısından kapanan bir dönemi ve doğrudan kendi çıkarlarına göre inşa edilmesi gereken bir başka dönemi işaret ettiklerini anlayacaktır. Rejim, büyük burjuvazi açısından iç ve dış politikaları ve öngörülemez tasarruflarıyla tehlikeli bir hal almıştır. Bu haliyle emekçi sınıflar üzerindeki kontrolünü de kaybetme tehlikesi vardır ki bu, halihazırdaki koşullarda sermaye için son derece ciddi bir “milli güvenlik” (yani sınıfsal güvenlik) sorunudur. Uluslararası planda emperyalist sistemin büyük güçlerinin Saray rejimine karşı çok daha sert ve aleni biçimlerde tavır almaları, birtakım “sırnaşmalarına” yüz vermemeleri; içeride de burjuva muhalefetin, gerileyen Saray rejimi karşısında inisiyatifi ele almaya uygun bir siyasi alternatif oluşturmaya başlaması büyük sermayenin sınıfsal ve siyasal cesaretini artırmıştır. Onlar da kendi usulleriyle, kuvvetle muhtemel (garanti!?) görünmeye başlayan ‘RTE sonrası Türkiye’ye hazırlık yapmaktadırlar. Unutulmasın, böyle durumlarda ileri hamleler ve çıkışlar geleceği garantileme ve toplumsal hegemonya açısından çok önemlidir.

“Geleceği İnşa” Ama Kimin Geleceği?

Büyük sermaye, tarihi boyunca birçok kez yaptığı gibi, kendi günahlarının tamamını, yıllar yılı hizmetinde bulunmuş bir siyasi iktidara yıkmaya hazırlanıyor!  Oysa RTE, bir keresinde kendilerine sitem ederken, “Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz OHAL’i” bile demişti açık açık. Bununla da kalmayıp patronlara en büyük kazançları kendi döneminde sağladıklarını hatırlatmıştı. Ama bu işler böyledir, büyük sermaye, kendine yönelik “höt-zötleri” hatta “vatan hainliği” suçlamalarını bir yere kadar sineye çekebilir. Ancak kendi sınıfsal çıkarlarını (giderek mülkiyetini) tehlikeye düşürmeye, uluslararası mali sermayeyle ilişkilerini bozmaya başlayan, üstelik de son derece tehlikeli yollara giren başarısız ve geleceksiz iktidarlara çok uzun süre tahammül edemez; hele ki bu ağır kriz sürecinde işçi sınıfı ve emekçileri mesnetsiz umutlarla zapturapt altında tutabileceğini umduğu bir burjuva alternatifin güçlenip inisiyatif kazanmaya başladığı koşullarda.

Patronların “Geleceği İnşa” programı, hukuk vb. talepleri doğrudan kendi güvenlikleri ve gelecekleri ile ilgilidir. Burjuva demokrasisi, en gelişmiş modellerinde bile hızla iflas sınırlarına yaklaşmakta ve orada işçi ve emekçilere ayrılan yer giderek daralmaktadır. “Ya sosyalizm ya barbarlık” sorunsalı çok daha ağır biçimde ve bütün dehşetiyle insanlığın gündemindedir. O nedenle işçi sınıfı eliyle inşa edilmeyen bir gelecek, bildik kâbusların ve “eski rezilâne işlerin” misliyle tekrarından başka bir sonuç vermeyecektir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında