VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ, ATAERKİL KÜLTÜR, PROLETARYANIN PROLETARYASI

<strong>VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ, ATAERKİL KÜLTÜR, PROLETARYANIN PROLETARYASI</strong>

Nihan Drama

Kapitalist düzende işçi sınıfı ancak sermaye sınıfının istediği kadar ve istediği gibi yaşar. Kendi iradesinin elinde olan bir hayatı yoktur. Yoksulların bebekten yedikleri mamaların besleyiciliğinden, yaşlılıkta geçinememe, sokakta kalma tehlikesine kadar tüm hayatları, kapitalizmin sınırlarını çizdiği sefalet çemberinin içerisindedir. 

Günümüzde sefalet çemberinde; en dipte olanlar, en diptekilerden biraz daha iyi durumda olanlar ve belirli bir refah seviyesine sahip olan farklı kesimler olsa da çemberin içindeki hiç kimse sınırları aşarak egemen sınıfların hayat standartlarına ulaşamaz.

“Hiç kimse” diyerek genelleme yapabiliriz çünkü dünya üzerinde, ezilenler ırk, din, dil farklılıkları ile birbirlerinden ayrılıyormuş gibi görünse de sokakta kalan bir siyah, bir beyaz ya da bir Asyalı tek bir sınıfa aittir. Kirada yaşamak zorunda kalan insanlar ve eğitim, sağlık hakları için ücret ödemek zorunda olanlar, yaşlandığında eğer kendine ait bir evi yoksa, kira ödeyemediği için sokakta kalan yaşlı bir kadın veya yaşlı bir adam gibi.

Ezilen sınıfa ait olmak kadın ve erkek, Kürt ve Türk, siyah ve beyazları benzer ekonomik şartlar altında bir araya getirse de bu durum, barış ve birlik içerisinde yaşayacakları anlamına gelmez. Tam tersine egemen sınıflar emekçi halkların birbirlerini boğazlamasından memnun olurlar. İşçi sınıfının birleşmesinden korkarlar ve sefalet çemberi içindeki halklar onlar için her zaman denetim altında tutulması gereken bir pil gücüdür.

Kapitalistlerin zengin olmaya devam edebilmesi için işçi sınıfının pil gücüne ihtiyacı vardır. İşçi sınıfı bu gücü kendisi için değil onu sömürenler için kullanır. Paris Komünü’nde, 1917 Ekim Devrimi’nde bu gücün eğer işçi sınıfının kendi özgürlüğü için kullandığında, sistemi hızlı bir şekilde nasıl alaşağı edebileceğini tarih bize göstermiştir. Lenin’in de dediği gibi; Sovyetler bir kere kurulmuştur ve bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.

Bize anlatılan ve bizzat yaşadığımız tarih, emekçi sınıfının sömürüsü üzerine yazılmıştır. Sömürü sistemi, dünyanın bazı bölgelerinde daha refah bir görüntü sunarak maske takmış olsa da ya da bize, emekçi sınıfa ait bir kişinin bireysel başarı zaferini anlatan filmlerle hayal satsalar da burjuva sınıfı tehlike altında olduğu anda tüm silahlarını çıkarır.

SÖMÜRÜLENİN SÖMÜRGESİ OLARAK KADINLAR

Sistemin içerisindeki çatışmaların en büyüklerinden biri de erkeklerin kadın düşmanlığıdır. Kadın düşmanlığı sadece yoksul erkeklerde görülmez, burjuva ve küçük burjuva erkekleri de kadınların hayatını kısıtlar, işkence eder, öldürür. Kadın nefreti her sınıfta görülebilse de kadını eve kapatarak tarihte ücretsiz köle sürekliliğine hapsolmasına neden olan ve ataerkilliğin günümüzde devam etmesini sağlayan kapitalist sistemdir.

Maksim Gorki, Ana isimli romanında şöyle der; “Birinin açlıktan döner gözü, öbürünün de altından.” Bütün gün iş yerinde ezilen, sömürülen erkek işçi, “yaşadığı korkunç hayatın sinirini karısının kaburgalarından çıkarıyordu.”

Burjuva sınıfına ait olan bir erkek ise sahip olduğu, emek sınıfının hayal bile edemeyeceği ayrıcalıklar nedeniyle yozlaşarak yine tarihin kendisine köle kıldığı kadına yönelir ve sahip olduğu gücü kadının üzerinde kendisine kanıtlar.

Birtakım komünistler “ataerkillik” olgusunun geçmişte sanayi devriminin gerçekleştiği dönemde ortadan kalktığını söylüyor. Onlara göre, sanayi gelişmeye başladığında ve fabrikalar ortaya çıktığında evin reisi “baba” değil o andan sonra “patron” olmuştur. Bu sebeple “ataerkil devlet” okuması doğru değildir ve gericidir.

Engels, tarihsel ve toplumsal süreçte ekonomi ana belirleyici olarak son raddede karşımıza çıksa da tek belirleyici etmen değildir, der. Sömürüye giden yol düz değildir. Kültürel ve siyasi alışkanlıklar, ideolojiler, din, politika vb. etmenler, günümüzün sömürü dünyasının devam etmesini sağlayarak yol üzerinde her zaman karşımıza çıkarlar. Yardımcı öge durumunda olan bu etmenleri yok sayamayız.

Buradan çıkardığımız sonuç, kadınları gericilik ile suçlayanların, asıl olarak kendilerinin 1800’lerde yaşamış olan Engels’den daha geri durumda olduklarıdır.

Sanayi devriminden sonra güç patronun eline geçmiş olsa da evdeki baba, eş, ağabey gücünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Dünyada her 11 dakikada bir kadın öldürüldüğü gerçeği de bunun kanıtıdır. Ataerkillik ana belirleyici olmasa da “erkeklikten gelen güç” daimi şekilde yerinde durur.

Tam da bu nedenle burjuvazinin yıkıldığı ve işçi sınıfının başa geçtiği bir sistemde kadınların ezilmeye devam edeceği gerçeğini kimse inkar edemez. İşçi sınıfının alışkanlıkları ve erkek egemen kültür salt ekonomi üzerinden düşünülerek yok edilemez. Yapılması gereken kapitalist sisteme savaş açarken, ataerkil kültüre karşı da silahlanmaktır. Kadınlar için tek kurtuluş yöntemi budur.

Proletaryanın proletaryası olan kadınlar, yüzlerce yıldır iki yönlü bir savaş vermektedir. Kapitalizme karşı sınıf kardeşiyle dayanışma gösterir fakat ataerkil devlet ve kültür anlayışı nedeniyle aynı zamanda kendi haklarını sınıf kardeşine karşı da savaşarak kazanması gerekir.

İnsanların alışkanlıkları ve sömürü ile sömürülen arasındaki ilişkinin yıkılmasının yalnızca ekonomik değişimler ile olabileceği düşüncesinin ne kadar eksik ve hatalı olduğunu böylece ifşa etmiş oluruz. Bir kadın fabrikada çalışmaya başladığında evdeki eşi ya da babası da fabrika patronunun emrinde olur fakat çalışan kadınlar için bu durumda iki patron vardır.

Patron, çalışan erkek ve kadınları sömürür, sömürülen erkekler de aynı zamanda çalışan veya ev işçisi olan kadınları sömürür. Bu tarımın ve yerleşik hayatın keşfedilip, kadınların evde çocuk bakmak ve yemek yapmak için kapatılmaya başlanmasından beri sürmektedir.

DİRENEN KADINLAR VATAN BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN TEHDİTMİŞ

Kadın ve kadının namusu, sömürü sınıfına ait ideolojiler için hep bir meşrulaştırma aracı olmuştur. Milliyetçilerin ağzından eksik olmayan “vatan namustur” sözü kapitalist sistem için, kadınların üzerinde kurduğu egemenliğin işlevselliğini örnek alarak devletlerin sınırlarının korunması için de araç haline getirir.

25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü için İstanbul’da düzenlenecek mitingi iptal ederek, “vatanın bütünlüğünü tehdit eden” kadınlara karşı oldukça sert bir bildiri yayınlayan Türk devleti, erkek egemen kapitalist devlet düzeninin kusursuz bir örneğidir. Buradaki egemen sözcüğü aslında “heybetli” bir güç manasını taşımaz. Egemenlik, burjuva devletleri için pamuk ipliğine bağlı ve şiddetle elinde tuttukları bir sistemdir. Bu yüzden burjuvalar işçi sınıfından korkarlar. Ezilenin ezdiği kadınlardan ise ödleri patlar. Türkiye’deki iktidarın meşruluğu tehlikeye girdikçe, kadınlara yönelik devlet şiddetinin daha da artmasının nedeni budur.

Tarihi burjuvalar yazsa da ezilenlerin direnişi her zaman hatırlanır. Kadınlar yüzyıllardan beri iki yönlü bir sömürüyle karşı karşıya olsalar da dünyada en çok ses getiren hareketlerin başında kadın hareketi gelir. Devlet ve erkek şiddeti ne kadar artarsa artsın kadının kurtuluş mücadelesi hiçbir kuvvetin söndüremeyeceği bir iradedir.

Yazar Hakkında